9. CUMHURBAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL, ERZURUM’A KONUŞTU
CUMHURİYETİN ERZURUM’A
ŞÜKRAN BORCU VARDIR
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, gazeteniz Erzurum’a Erzurum’u ve ülke gündemine ilişkin konuları değerlendirdi. Erzurum’un tarihe destanlar yazan kahraman bir şehir olduğunu ve bağrında vatanına milletine bağlı güzel insanlar barındırdığını ifade eden Demirel, “Türkiye kurtuluşunun ve bağımsızlığının sembolü olmuş bu şehre Cumhuriyet’in şükran borcu vardır” dedi.
Demirel, gazetemiz yazarlarından Diyanet İşleri Eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz ile Cumhurbaşkanlığı eski Başdanışmanı Necati Güngör’ü Güniz Sokak’taki evinde kabul etti. Gündeme ilişkin soruları cevaplandıran 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 2011 Dünya Üniversite kış oyunlarının Erzurum’da yapılacak olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve hayırlı olması dileğinde bulundu. Demirel, “Bu organizasyonun Erzurum’a kazandırılması önemli bir hadisedir. Erzurum’un ekonomisine, turizmine, sosyal ve kültürel hayatına büyük yansımaları olacaktır. Erzurumluları ve emeği geçen herkesi kutluyorum.” dedi.
“Bu gün içinde bulunulan sıkıntılara bakarak bedbinliğe, karamsarlığa düşülmesine gerek olmadığını da belirten Demirel, “Önünüze sandık geliyor, yapamayanları gönderir, yapanları getirirsiniz. Demokrasinin en güzel yanı budur” dedi.
NE VARSA BİZ YAPTIK
İktidarları döneminde Erzurum’a önemli hizmetlerde bulunduklarını hatırlatan Demirel şunları söyledi:
“Erzurum’da bu gün ne varsa Demokrat Parti ve onun devamı olan Adalet Partisi hükümetlerinin eserleridir. Köylere ışığı, yolu, suyu, okulu biz götürdük. İçinde tedavi olunan hastaneleri, sağlık tesislerini biz yaptık. Çatlamış topraklara biz hayat verdik. Pasinler sulaması, Kuzgun Barajı; bunların hepsi bizim iktidarlarımız döneminde yapılmış veya projelendirilmiş hizmetlerdir.
Demokrasi zaman zaman kesintiye uğratılmamış olsaydı Erzurum bu gün fabrikaları, sanayi tesisleri ve diğer sosyal ve kültürel tesisleriyle Doğu’nun megapollerinden biri olacaktı. DP ve AP iktidarları bu güzel ilimize Atatürk Üniversitesini, Şeker Fabrikasını, Çimento Fabrikasını, Et ve Balık Kurumu kazandırdılar. Ankara-Erzurum karayolunu 16-17 saatten 10-12 saate düşürdük. Havaalanını biz yaptık. İlçeler arasında ulaşımı sağlayan yollar bizim dönemlerimizde yapıldı.”
SİYASET KÖTÜYÜ HİMAYE ETMEZ
Dönemimizde, kalkınmada 14. sırada olan Erzurum’un bu gün 64. sıralara düşmüş olması elbette üzüntü vericidir. Ancak, bu her şeyin sonu değildir. Erzurum, turizmde, hayvancılıkta ve diğer alanlarda gelişen ve gelişmeye namzet potansiyeli ile yeniden ivme kazanabilir ve hakettiği yere gelebilir. Ümidinizi, inancınızı kaybetmeden yolunuza devam edin. Bakın, önünüze sandık geliyor. Şikayetlerinize çözüm bulacağınız yer burasıdır. Siyaset kötüyü himaye etmez. Alternatifini de kendisi çıkarır. Bu günkü iktidardan memnun iseniz devam dersiniz; değilseniz, yerine daha iyisini getirirsiniz.”
DÜNYA BANKASI RAPORLARI SÖYLÜYOR
Dünya Bankası’nın 2000 yılı raporlarına gore, Türkiye’nin 1965 yılından bu yana en hızlı kalkınan ve büyüyen 7. ülke olduğunu kaydeden 9. Cumhurbaşkanı Demirel şunları kaydetti:
“Türkiye bu dönemde kişi başına düşen milli gelirini 300 dolardan, satın alma paritesine gore 6 bin doların üzerine, Elektrik enerjisi üretimini 4 milyar 953 bin kilovat/saatten, 130 milyar kilovat/saate, baraj sayısını 20’den 200’e, sulanan topraklarını 15 milyon dekardan 50 milyon dekara, doktor sayısını 11 binden 80 bine, traktör sayısını 54 binden 1 milyona, otomobil üretimini sıfırdan yılda 250 bine, çimento üretimini 3 milyon tondan 40 milyon tona, ihracatını 463 milyon dolardan 30 milyar dolara, diş ticaret hacmini 1 milyar dolardan 75 milyar dolara, sanayi mamullerinin ihracat içindeki payını yüzde 19’lardan yüzde 90’lara, buğday üretimini 8.5 milyon tondan 30 milyon tona çıkarmıştır. 1965’te ancak 300 köyünde ışık bulunan Türkiye; ışığı ülkenin her köşesine götürmüştür. Yolu, suyu, okulu her yere ulaştırmıştır. İğneden ipliğe her şeyi dışarıdan satın alan Türkiye, her şeyi yapar hale gelmiştir. Türkiye sanayileşmiştir. 1965’te Türkiye’nin televizyonu yoktu. Bu gün toprak damlarda bile televizyon antenlerini görüyoruz. Her köyde elektrik, her köy evinde çamaşır, bulaşık makinaları, buzdolapları var artık. 1965’te telefon abonelerinin sayısı bütün Türkiye’de 243 bin idi. 2000 yılında bu sayı 17 milyonu bulmuştur. 1965 yılında ilkokul çağına gelmiş 100 çocuktan 30’unu okutamayan bir Türkiye’den tüm çocuklarına eğitim veren bir Türkiye’ye gelinmiştir. 1920’li yılların 200 bin öğrencisi 10 bin öğretmeni olan Türkiye’sinden bu gün 15 milyon öğrencisi 650 bin öğretmeni olan Türkiye’sine gelinmiştir. Bu, Cumhuriyetin başarısıdır.”
DEVİR, YENİ BİR DEVİR
“Devir, yeni bir devirdir” diyen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu devrin piyasa ekonomisi devri olduğunu; merkeziyetçilik kafasını, devletçilik kafasını ve kırtasiyecilik kafasını artık değiştirmek gerektiğini söyledi.
Türkiye’de devletin vatandaşına olan itimadının, vatandaşın da devlete olan itimadının artması gerektiğini anlatan Demirel “Bunun yolu siyasettir. Siyasi mekanizmalar layıkıyla, hakkıyla çalışmadığı sürece sistem işlemez. Ülkemizin en önemli ihtiyacı yönetenlerle yönetilenler arasındaki köprülerdir. Eğer bu köprüler iyi kurulmuş ve geçit vermeye müsait ise, şikayetler yine olacaktır, fakat bunlar artarak değil, azalarak gidecektir” diye konuştu.
DEVLET SIKINTIYA DÜŞERSE
Üniter devlette; bu ülkenin insanlarının hepsinin aynı zamanda bu ülkenin vatandaşları olduğunu vurgulayan Demirel şöyle dedi:
“Bu ülkenin insanları Devletin kanunları önünde eşittirler, fırsatta eşittirler, yükte eşittirler, her şeyde eşittirler, bu kuraldır. Bu kurallar varken, ırki köklere gore, birtakım hareketler içine girmek veya inançlara gore birtakım hareketlerin içine girmek, Türkiye’nin idaresini fevkalade zorlaştırır. Devlet bir sıkıntıya düşmüşse bunun çaresini arayıp bulmak devlet yönetimine talip olanların işidir. Ülke yönetilebilir olmaktan çıkmamalıdır. O zaman uçurumun kenarına geldik kaygıları başlar. Bir devletin birinci derecede iç barışı koruması beklenir. Devlet, iç barışı koruyamıyorsa vatandaş başka otoriteler arayacaktır. Demokratik otorite kanun-nizam hakimiyetinden kaynaklanmalıdır. Devletin organlarının konuşarak, anlaşarak bu işi götürmeleri, ahenk içinde olmaları lazım. Bu devlet kurumlar devletidir. Kurumlar devletinde tek kişinin sözü geçmez. Kurumlar devleti konsensus, beraberlik bulmaya yönelmiştir. Türkiye bir bunalım manzarası veriyorsa, tedbirinin bulunup, mutlaka icra edilmesi gerekir. Belirsizlik içinde bir ülke olmaz. Belirsizlik bir an once aşılmalıdır. Bir ülke bunalmış ve çaresiz kalmışsa çareyi halkında arayacaktır. Halktan kaçmak, çaresizliğe doğru koşmaktır.”
NASIL BİR CUMHURBAŞKANI?
Bir soru üzerine, Cumhurbaşkanı seçimi konusuna da değinen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, seçilecek Cumhurbaşkanı’nın niteliklerinin nasıl olması gerektiğini şu sözlerle anlattı:
“Türkiye Cumhuriyetinin, Türk Milletinin birliğini temsil eden ve bütün vatandaşlarımızın, onların siyasî partileri dahil, her türlü yasal örgütlerini kucaklamak göreviyle yükümlü olan cumhurbaşkanının, taraf olması veya tarafsızlığa gölge düşürecek herhangi bir davranış içinde olması düşünülemez. Tarafsızlığı, niteliğinde siyaset olan ülke ve dünya sorunları dışında kalmak, hiçbir şeye karışmamak şeklinde yorumlamak yanlıştır. Cumhurbaşkanı, Anayasanın kendisine verdiği görevleri yaparken, sağduyunun ve kamu vicdanının denetimi altında bu görevleri gerçekleştirecektir. Doğruya, haklıya arka çıkmak, ülke menfaatlerini korumanın şartıdır. İkinci dikkatinize getirmek istediğim husus; Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşları; bölge, köken, dil, din, mezhep ve cinsiyet farkı gözetilmeden kanun önünde eşit haklara sahip birinci sınıf vatandaşlardır. Ülkenin ve devletin sahibidirler ve böyle kalacaklardır. Başlatılmış bulunan demokratikleşme hareketi, ulusal egemenliğin bu ortak kullanımını her geçen gün biraz daha kuvvetlendirmeye ve zenginleştirmeye yönelmiş temel bir reform niteliğindedir. Türkiye'de iç barışı bütün hedeflerimizin üstünde tutalım. Büyük Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve üniter devlet prensiplerine dayanmakla, iç barış için temel çerçeveyi ortaya koymuştur. Demokratik hak ve hürriyetler, demokratik kural ve kurumlar, demokratik zeminler ve bütün bunların sağlıklı işleyebilmesi için siyasì istikrara atfettiğim önemi tekrarlamak istiyorum.Ben, kendi dönemimde bu hususlara azami dikkat ve itina göstererek görevimi tamamladım. Seçilecek yeni Cumhurbaşkanının da bu istikamette yürüyeceğinden eminim. Aksi zaten düşünülemez.”