ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Judo’da ETÜ farkı
Judo’da ETÜ farkı
Atatürk Üniversitesinde 2 yeni bölüm açılıyor
Atatürk Üniversitesinde 2 yeni bölüm açılıyor
Erzurum’da bağımsız denetim şirketi kuruldu
Erzurum’da bağımsız denetim şirketi kuruldu
ESKİ’den su israfına karşı seferberlik
ESKİ’den su israfına karşı seferberlik
Erzurum çiftçisine makine desteği
Erzurum çiftçisine makine desteği
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
7 Eylül 2009 Pazartesi - 00:56

Türklerin İslamiyeti Kabulü

DÜNYA Tarihi'nde, mübarek dînimiz İslâmiyet'in yayılması ve müdâfaası hizmetini şerefle Türkler'in üzerine aldığını bütün milletler bilmekte, Türklük dışındaki bütün Müslüman Milletler de bunu böyle kabul etmekte ve Türkler'e minnet duymaktadırlar.

Türklerin İslamiyeti Kabulü

DÜNYA Tarihi'nde, mübarek dînimiz İslâmiyet'in yayılması ve müdâfaası hizmetini şerefle Türkler'in üzerine aldığını bütün milletler bilmekte, Türklük dışındaki bütün Müslüman Milletler de bunu böyle kabul etmekte ve Türkler'e minnet duymaktadırlar.
Rejim farkları, bâzı siyâsî hesap ve mülâhazalar ve kendilerine göre, bize karşı devlet kademelerinin rekabet arzu ve gayreti içerisinde olduğu bazı islâm Memleketler'inde de, umumiyetle aydın ve tarihî hakikatleri bilen milyonlarca insanın Türkler'e ve Türk Tarihi'ne karşı aynı şükran duyguları içerisinde oldukları, islâm Âlemi'nin herhangi bir memleketi veya memleketleri ile temas ve münasebeti olan her Türk'ün malûmudur.
Bilindiği gibi, Türkler, islâmiyet'i kabulden sonra mezhepcilik yüzünden Doğu'da ve bilhassa Batı'da, islâmiyet'i ortadan kaldırmak üzere asırlar boyunca tertiplenen ve tertiplenmekte bugün de devam edilen «Ehl-i Salip Seferleri»nin daimî muhatabı ve mağduru olmuşlar, bu seferlerin maddî - manevî bütün yükünü ve tahribatını onlar göğüslemiş, bunlara onlar katlanmışlardır.
Aşağıya alınan kendi ifâdesinden de anlaşılacağı üzere, Bizans imparatoru Romanos Diyogenes, türlü kavimlerden' ordular toplayarak islâmiyet ve onun koruyucusu Türk Selçuklularla bu Devletin bahadır sultanı Alp Arslan üzerine ilk büyük Ehl-i Salip Seferi'ni açmıştır. Bu hareket Selçuklular zamanında diğer iki büyük Haçlı veya Ehl-i Salip Seferi ile devam ettirilmiştir. Eğer bu üç hareketten herhangi birisi başarılı olsa idi, şüphesiz Türkler ebediyen Anadolu'dan sürülmüş olacaklardı.
Osmanlılar da altı asra varan şanlı imparatorluk tarihleri boyunca, Hıristiyan Avrupalılar'ın kendilerine karşı tertiplediği Haçlı Seferleri ile uğraşmak ve onları defetmek mecburiyetinde kalmışlar, şerefle İslâm'ın müdafaasını bütün bir Cihân'a karşı yapmışlardır.
Bugün de bütün bir dünya Kıbrıs bahanesi ile bize karşı Ehli Salip dediğimiz Haçlı Mücadeleleri'ni sürdürmekte ve maalesef, bâzı islâm Memleketleri, uğruna mücâdele şerefini iftiharla taşıdığımız islâm'ın müdafaasında bizi yalnız bırakarak, Hıristiyan âleme yaranmaya çalışmakta, yahut da, daha galip ihtimâl ile, rekabet ve kıskançlık hislerine kapılarak, bize karşı olan Kıbrıs'çı Ehl-i Salip'çilere katılmış bulunmaktadırlar.
İSLÂMİYETİ MÜDAFAASI
Biz bu yazımızda, Türklerin İslâmiyet'i kabulü ve onun müdâfaasını üzerlerine alışı konusunu, umumî hatları ile ele almış ve Alp Arslan'ın Haçlı Seferleri'ni ilk defeden Türk Hükümdarı olduğunu da sırasında belirtmiş bulunuyoruz.
Arap rivayetlerine göre, Orta Asya'yı fethe girişen Müslüman-Arap kuvvetlerinin Toharistan Türkleri ile ilk temasları Hz. Ömer'in vefatından önce, Hicret'in. 21. yılında (M. 642), Nihâvend Meydan Muhârebesi'nden sonra, Yezdicerd'i takip sırasında olmuştur. Fakat Hz. Osman'ın Basra VâMsi Abdullah İbn-i Âmir, orduları ile Sâsânî kuvvelerini imhaya ve ilk defa olarak Horasan'da Arap idaresini kurmaya bu târihten ancak 10 sene sonra muvaffak olmuştur. Bununla beraber, ilk temaslar ile bunları tâkip edenlerin henüz sürekli bir netice vermedikleri ve daha kat'i istilâ plânları olmadığı anlaşılan Araplar'ın, genişleme hareketi mahiyeti gösteren faaliyetlerini, alma-verme şeklinde mütemadiyen tekrarlamak durumunda kaldıkları görülmektedir.
H. 41 (M. 661 ) yılında Muâviye'nin duruma hâkim olup, Emevî Devleti'nin kuruluşundan ve sükûnun avdetinden sonra da, Müslüman Araplarla Türklerin münasebeti böyle istikrarsız bir şekilde, daha bir müddet devam etmiştir. Araplar, Aşağı Toharistan ve Horasan'ı elde tutabilmek için mütemâdi mücâdeleler vermek mecburiyetinde kalmışlar, hele Mâverâünnehr'e hiç nüfuz edememişlerdir.
Ancak, daha sonraları, Hicretin 71. yılından (M. 696) itibaren Emevîler tarafından Mâverâünnehr'e yeniden plânlı seferler açılmağa başlandığı görülür. Meselâ o sırada Buhârâ Valisi Bukayr ibn-i Vişâh mühtedîlerin haraçtan affedileceğini ilân etmiş, yerli halkın İslâmiyet'i kabulü bakımından iyi netice almıştır.
Orta Asya'da Arap fetihleri, İslâmiyetin yayılması ve Türklerle temaslar konusunda iki kudretli vali olan Haccâc ile Kuteybe İbn-i Müslim'in büyük hizmetleri olmuştur. Onların hareketleri Emevî Sultânı 1. Velid zamanına (H. 86-96) tesadüf eder. Dahî bir kumandan olan Kuteybe Hicrî 86 (M. 705) yılında Aşağı Tohâristan'ı istirdat etmiş, 87 yılında Buharâ'yı fethetmiş, 91 - 93 (M. 710-712) yıllarında Arap nüfuzunu Oksus Vadisi ve Sogd'a kadar genişletmiştir. Daha sonra ise, Hocend ve Fergana üzerine yürümüş, Tiyanşan Dağları'ndan Turfan üzerinden İli Vadisine ve Şâş ile Semerkand'a gelen mühim ticâret yolunu ele geçirmeğe, buradan Mâverâünnehr'e gelen Türkler'in yolunu kesmeğe gayret etmiştir.
H. 94 (M. 713) yılında Türk Hakanı Kültigin'i Semerkand bölgesinde geri çekilmeğe mecbur etmiştir. Kuteybe'den sonra Ebû Müslim de H. 127 - 137 (M. 745-755) daha önce zaptolunan İran'ın ötesindeki ülkelerde islâmiyet'i yaymakta büyük hizmet görmüştür. Batı Türklerinin bunlar karşısındaki mukavemetleri muvakkat olmuş, Pamir Yaylası'na ve Tiyanşan Dağları'na kadar olan sahalar halkı Müslümanlığı kâbûl etmiştir. Kısa zaman içerisinde de Buhara ve Semerkand İslâm kültürünün merkezleri haline gelmişlerdir.
Daha İslâmiyet'in 1. asrının sonunda Araplar medenileşerek aralarından âlimler, san'atkârlar ve tüccarlar yetişmeğe başlamış ve savaş teknikleri de gelişmiştir. Fakat askerlik vasıfları gevşemeğe ve kaybolmağa yüz tuttuğu için İslâm ülkelerinde asayiş bozulmuş, halîfeler kendi emniyetlerini sağlamak üzere Türk esirlerinden askerî birlikler ve muhafızlar teşkili yoluna gitmeye başlamışlardır.
Araplar askerî meziyetlerini takdir ettikleri Türk esirlerine Memlûk adını vermişler ve bunları bir halîfeye, emîre veya valiye intisaptan önce eğitim ve öğretime tâbi tutmuşlardır. Sonraları Türk târihinde mühim bir yer işgal eden bu memlûk (bir kimseye âit) sınıfı münferiden de yüksek idarî ve askerî mertebelere, hattâ sultanlık mertebesine erişmek imkânını bulmuşlardır. Ayrıca bu memlûk'ler arasından, Fârâbî'den başlamak üzere İslâm âleminin büyük bilgin ve filozofları da yetişmiştir.
Türkleri ilk defa, Bağdad'ı inşâ eden Abbasî Halîfesi Ebû Cafer Abdullah'ın (M. 754-774, H. 136- 157) hizmetine aldığı sanılmaktadır. Harun ur-Reşîd'in oğlu Me'mûn (M. 813-833) zamanında, kendisinin Türk muhafız bölüğünün mevcut olduğu ve Mısır'a muhafız olarak dört bin Türk gönderdiği de bilinmektedir. Bundan sonra, yavaş yavaş Türkler'in Bağdad'da ve Mısır'da nüfuzları artmış ve Türkler'den valiler tâyin edilmeğe başlanmıştır.
Buraya kadar olan ifadelerimizle Türkler'in anayurdu olan Orta Asya'daki Arap- islâm fütuhatı, onların islâmiyet ile ilk temasları ve yer yer halk kitleleri hâlinde İslâmiyet'i kabule başladıkları hususunda kısa bilgi verilmiş olmaktadır,
Mâverâünnehr bölgesinde 870'lerden itibaren ilk İslâm Devleti olarak iranlı Samanlılar görülmektedir. Bu sırada Sâmân Hükümdarı Ahmed Oğlu Nasr idi ve kaynakların sülâle kurucusu olarak gösterdikleri, Ahmed'in dedesi Sâmân-Hudad, Horasan Valisi Esad bin Abdullah'tan gördüğü himaye sebebiyle İslâmiyet'i kabul etmiş bulunuyordu. Daha 840'lardan önce Ahmed'in babası Esad zamanında İslâmiyet devletin resmî dîni haline getirilmiş olmalıdır.
Devlet olarak islâmiyet'i ilk defa kabul ve ilân eden Türkler Karahanlılar'dır
Karahanlılar bir eski Türk idaresi usûlü olan «çift hükümdarlık» şeklini tatbik etmekte, «büyük-kağan» ve «şerik-kağan» unvanını taşıyan kimseler tarafından müştereken idare edilmekteydiler Sâmânîler'den Ahmed oğlu İsmail'in (M. 874-907) çağdaşı olan, «şerik-kağan» Oğulçak'ın yeğeni Satuk, Sâmânîler'den Oğulçak'a sığınan bir şehzadenin tesiriyle Müslümanlığı kabul etmiş ve sonunda amcasına karşı İslâmiyet uğruna yaptığı mücâdelede muvaffak olarak Karahanlı Devleti'nin Garp kısmında islâmiyet'in M. 10. asır başında resmen kabulüne âmil olmuştur. Müslümanlık yoluyla, eski düşman olan Sâmânlılar'ın teveccüh ve yardımını kazanan ve artık «Buğra Han» unvanını taşıyan Satuk doğudaki «büyük kağan»a karşı mücadelesinde de Sâmânlılar'dan ve Müslüman gönüllülerden faydalanmayı bilmiş ve sür'atle İslâmiyet'i yaymıştır. Müslüman adı Abdül-Kerîm olan Satuk, H. 344'de (M. 959) öldüğünde artık İslâmiyet bütün Karahanlı Türkleri arasında yayılmış bulunuyordu.
Hicretin 300. yılından (M. 912) itibaren Sâmân vali ve kumandanları arasında «Türk köleleri» adı verilen ve muhârebelerde temayüz eden şahsiyetlere de rastlanmaya başlanmıştır. Bunlar zamanla ehemmiyetli mevkilere yükselmiş ve İran, Mâverâünnehr, Toharistari'da ve bugünkü Afganistan'ın bâzı kısımlarında Türkler'in yerleşmesine âmil olmuşlardır. Bunlardan Alp Tigin önce Hâcib, sonra M. 955 yılında Herat Valisi olmuştur. Mansur zamanında gözden düşünce Şark'a çekilip Gazne'yi işgal etmiş ve H. 352 (M. 963) yılında orada ölmüştür. Alp Tigin'e oğlu İshak halef olmuşsa da diğer Türk köleleri Bilge Tigin ve Sebük Tigin hâkimiyeti ele geçirmişlerdir.
Bilge Tigin zaten daha M. 935 yılında Sâmânî tabiiyeti altında Belh'te adına sikke bastırmıştır. 969'da da ilk defa Gazne, para bastırdıkları bir yer olarak geçmektedir. Sebük Tigin Hindu Şâhîler'e karşı zaferler kazanarak Gazneli'ler Devleti'nin gerçek temelini atan seciyeli Türk devlet adamıdır ve mâruf Gazneli Hükümdarı Mahmud'un babasıdır. Orta Asya'da ilk gerçek Müslüman . Türk medeniyetini, camileri, minareleri, medreseleri, türbeleri ve diğer îmâr eserleri ile muhteşem Türk- İslâm âbidelerini meydana getiren devlet, Gazneliler Devleti'dir. islâm, başlangıcından itibaren bu devletin resmî dîni haline getirilmiştir. Bu devlet sûretâ, Sultan Mahmud zamanında dahi Bağdat'taki Abbasî halîfelerinin hâkimiyetlerini tanımaya devam etmiştir.
Türk târihinde 9. asır ortalarından itibaren mühim hâdiseler cereyan etmiş, Kırgızlar Uygurlar'ı ve Oğuzlar'ı, o zamana kadar yurt edindikleri Moğolistan'dan kovup çıkarmışlardır. Bunun neticesi Uygurlar bugünkü Doğu Türkistan'a, Oğuzlar ise, Aral Gölü ve Seyhun nehri boylarına, kendilerinden olan Peçenekler'in yanına doğru göç etmişlerdir. Esasen 8 inci asrın ortalarından beri Türk âleminde iktidar ve hâkimiyet yavaş yavaş Göktürk'lerden Uygurlar ve Oğuzlar'a geçmekte idi. Bu hâdiseden sonra ve 10 uncu asrın başlarından itibaren ise-Türk târihinde Oğuzlar bütünüyle ön safa geçmişler ve bu mevkilerini bugüne kadar da korumuşlardır.
Oğuzların Kınık kabilesinin başında 9. yüzyılın sonlarında Karahanlı Büyük Hakanının sübaşısı Başkumandan Dukak bulunuyordu. Dukak 903 yılında öldürülünce yerini oğlu Selçuk almış, 885'lerde doğan Selçuk 115 yıla varan'bir ömür sürmüş, 1000 yıllarında Ölmüştür. İşte târihte «SELÇUKLULAR'» denen Oğuz Türkleri adlarını bu beyden almışlardır.
Selçuk, bu devirleri hakkında bilgimiz olmayan Oğuz Krallığının yabgusu (kralı) ile arası açıldığından kendi boyu ile Sîr-Deryânın şimal sahilindeki Cend şehrine gelmiş, 915'lerde orada şahsen Müslümanlığı kabul etmiştir. Neticede -Kınık boyuna da bu dîni kabul ettirmiştir. Kendisinin son zamanlarında büyük oğlu Mikâil de subaşı sıfatını muhafaza etmiş, 990 yıllarında Oğuz Yabguluğu'nu'ele geçirdiğini gördüğümüz, Selçuk'un ikinci oğlu İsrail Arslan Yabgu kral hüviyetiyle devletinin nüfuzunu ve hudutlarını genişletmeğe koyulmuştur.
Şu halde kendisiyle müstakil bir devlet hüviyeti kazanan Selçuklu Devleti'nin de resmî dîni İslâm olmuş ve bundan sonraki diğer iki Yabgu da onun gibi İslâm mücâhidi olarak hizmet etmişlerdir. Hele 1040'ta Merv yakınındaki Dandânakan mevkiinde Türk Gazneli'ler Devleti'nin Hükümdarı Mes'ud'a karşı Mikâil'in oğulları Çağrı ve Tuğrul Beyler tarafından kazanılan büyük zaferden sonra, Büyük Selçuklu imparatorluğu fiilen kurulmuş, İslâm'ın mücâdelesi Selçuklu Türkleri'ne geçmiştir. Karahanlılar Doğu Türk illeri'nde, Gazneliler Orta Asya'da ve bilhassa Afganistan ve Hindistan'da İslâm'ı yayarlar ve İslâm Dîni'nin mücâdelesini yaparlarken, Selçuklular da kurdukları imparatorluğun yönünü Batı'ya çevirmişler ve İslâmiyet'i batı ve güney-batı istikâmetlerinde yayma hizmetini şuurla üzerlerine almışlardır.
Nitekim daha 960 yıllarında Arap vak'anüvîslerinden İbn-i Miskavayh ve İbn el-Esîr, Orta Asya'da 200.000 çadırlık Türk kitlesinin toplu halde İslâmiyet'i kabul ettiklerini kaydetmektedirler. Gerçekten de İslâmiyet'i kabullerinden sonra Müslüman Türk anlamına gelen Türkmen adı verilen Oğuz Türkleri'nin Selçuklular adındaki dinç ve dinamik kolu, bir yandan o zaman İran'da ve Irak'ta Büveyh oğulları, Suriye ile Mısır'da ise Fâtımîler tarafından yayılmağa çalışılan Şiîliği bertaraf etmek; bir yandan da Anadolu'da, Akdeniz ve Karadeniz havzalarında, zamanın büyük batı devleti olan Bizans İmparatorluğunca temsil edilen Hristiyanlığa karşı İslâm'ın zaferini sağlamak üzere cezri bir mücadele ve mücâhedeye girişmişlerdir.
Binâenaleyh, Karabacek'in dediği gibi : «Dünya Târihi'nde Türklüğün İslâmiyet'e intisabı kadar, başlangıçta ehemmiyetsiz görülen, fakat sonunda büyük tesiri olan hâdise gösterilemez. Bu öyle bir târihî hâdisenin başlangıcı idi ki, Arap Cihan Devleti'ni kökünden sarsmış ve sonunda Doğu Halifeliği'nin muhteşem binası yıkılmıştır».
Filhakika Türkler'in ve husûsiyle bütün Oğuz boylarının 11. asrın ilk yarısında tamamiyle İslâmiyet'e intisapları, son Karahanlı Hakanı Muhammed bin Yûsuf'un (Öl. 1211) İslâm'ın Tarım havzasında ve Işık Gölü bölgesinde kesinlikle yerleşmesine ve kökleşmesine büyük hizmeti sayesinde doğu ve batı Türkleri bütünüyle İslâmiyet'e girmiş oldular.
Selçuklular derin bir îmanla bağlandıkları dinleri için Yakın Doğu'da toptan fütuhata girişmiş olduklarından bütün İslâm memleketlerinde tasvip görmüş ve mücâdelelerinde teşvik edilmişlerdir. Şeklen ve zahiren bağlı bulundukları Bağdat'taki Abbasî Halifeliği bilhassa Dandânakan muzafferiyetinden sonra, Selçuklu Sultânı'nın clsmânî hükümdarlığını hukuken tanımıştır.
15 Aralık 1055 Cuma günü Halîfe Kaa'im bi-Emrillâh dünyevî saltanatından vazgeçerek, cismânî hükümdarlığı Sultan Tuğrul'a devrettiğini ilân etmek üzere kendi adı ile birlikte onun adını da hutbede okutmuştur. Bu târihten itibaren Abbasî halîfeleri fiilen rûhânî reis durumunu tekabbül etmiş ve daimî surette, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Sultanlarını Sünnî İslâm âleminin hâkimi ve efendisi olarak desteklemişlerdir.
Nitekim, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultanı Tuğrul Bey'in vefatından sonra onun yerini alan yeğeni Sultan ALP ARSLAN, Bizans'ın yeni kurulan Selçuklu İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmak için harekete geçmesi karşısında mukavemet etmeye mecbur kalınca, bütün islâm âleminden teşvik görmüş ve kendisi de, Malazgirt Meydanı'nda muharebeye başlarken askerlerine yaptığı hitapta bu muharebeyi adetâ bir İslâm cihâdı olarak ilan etmiştir.
«Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanlar'ın camilerde bizler için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atacağım. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; yahut şehid olarak Cennet'e giderim...»
Hakikatte de vaziyet bir İslâm cihâdı durumu, İslâm için ve Türkler için bir ölüm-kalım ciddiyeti arzediyordu. Romanos Diyogenes Alp Arslan'ın elçilerine İsfahan ve Hemedan'da kışlamak gayesinde olduğundan bahsetmiş, mağlûbiyetini müteakip de bizzat Alp Arslan'a : « Ülkenizi almak için türlü kavimlerden ordu topladım, paralar sarfettim...» demiş, Büyük Sultan'ın, «— Zaferi sen kazansa idin bana ne yapardın?» sorusuna da, «—Ya başının kesilmesini, yahut bir daracağına asmalarını emrederdim.» cevabını vermiştir.
islâm âlemi için bir ölüm - kalım • dâvası olan böyle bir karşılaşmada Halîfe hakîkaten bütün Müslümanlar'a çağrıda bulunmuş ve manevî müzaheretlerini istemişti. Zaferden sonra da Dünyâ Târihi'nin mukadderatını değiştiren bu büyük hâdiseyi, Şiî Fâtımîler dışında bütün Müslüman memleketleri sevinçle kutlamışlardır.
Selçuklulardan devralınan Türk - İslâm bayrağının Osmanlılar elinde Avrupa'nın ortasına dikildiği malûmdur. Bu münasebetle, bize bundan 938 yıl önce anayurdumuzu hediye etmiş, Türk ve İslâm varlığını Avrupa'nın ortasına kadar yayma fırsatını hazırlamış olan büyük kumandan ve devlet adamı, büyük Müslüman - Türk Alp Arslan'ı, Malazgirt Zaferi'nin bütün şehid ve gazilerini rahmet ve minnetle anarız.

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Kenan Çetin 9 Eylül 2009 Çarşamba 11:02

1-Türklerin İslâmiyeti kabulü konusunda,kronolojik olarak M.639 yılında Kuzey İran'da (Hazar Denizi'nin güney kıyıları) yaşayan ve Müslüman Arapların hakimiyetini kabul eden Sul Türklerinden söz edilmemiş.Bu Türk kitlesi M.716 yılından itibaren,başta liderleri İbn-Sûl olmak üzere İslâmiyeti kabul etmişlerdir.(Bu konuda Dr.Emel Esin'in İslâmiyetten önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş İstanbul 1978 s.144-147 ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından yayınlanan "İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi"nin VII.cilt 1979 s.31-86 .ya bakmanızda yarar var. 2-Satuk Buğra2nın genç yaşta Müslüman olmasında kendisine yardımcı olan Sâmânî prensi Nasr bin Mansur'dur.Olay bir panayır kenti olan Artuç ilinde geçmiştir. Saygılar ,sevgiler .

Yorumu oyla      6      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
“Bir olalım, diri olalım”
O, bir dehâdır. Dâhi'dir. Onun ilmî varlığını inkâr etmek, ne büyük bir ...
Müslüman’ın Ahlak Güzelliği
İslam dinini iyi anlayan ve hayatına yansıtan olgun mümin, aynı zamanda ...
Atatürk’ün Din Anlayışı-5
Kişisel Kurtuluş: Bilinçli İnanç İnsan, kendi inancını kendi bilgi ...
 
Atatürk’ün Din Anlayışı-4
Öyleyse amaç edinerek ya da edinmeyerek, İslam’ın özünü uygulamaya geçirmiş ...
Atatürk’ün Din Anlayışı-3
İlk bakışta vahyi eleştirdiği düşünülebilecek bu fikirler, aslında yüzyıllar ...
Atatürk’ün Din Anlayışı-2
İşte bu adamın içinde taşıdığı dünyaya yönelik ideallerden dolayı yine ...
 
Hoca Ahmed Yesevî ve Eserleri
Kurduğu ve kurdurduğu tekkeler, yetiştirdiği mürşidler ve alp-erenler ...
Atatürk’ün Din Anlayışı-1
“Atatürk’ün Samsun’a hareketinden biraz önce arkadaşlarından biri: “İngilizlerin ...
Hazreti Türkistan Hoca Ahmed Yesevi (II)
Şüphesiz Kur'ân'dan ve Hadis'ten ilham almış bu yüce merhamet, insaniyet, ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Ayağın Sürünmesi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva