ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Lokanta ve kafelerde KDV oranında değişiklik 
Lokanta ve kafelerde KDV oranında değişiklik 
Hainlere ait EYP ve çok sayıda mühimmat ele geçirildi
Hainlere ait EYP ve çok sayıda mühimmat ele geçirildi
Erzurum’un şirketleşme performansı düşüşte
Erzurum’un şirketleşme performansı düşüşte
MEB’den Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli
MEB’den Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli
Hainler Avrupa’nın başına bela oldu
Hainler Avrupa’nın başına bela oldu
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
31 Ağustos 2009 Pazartesi - 00:39

Hoca Ahmed Yesevî ve Eserleri

Kurduğu ve kurdurduğu tekkeler, yetiştirdiği mürşidler ve alp-erenler vasıtasiyle Ortaasya ve Volga havalisindeki geniş topraklarda yaşayan Türkler arasında, Müslümanlığı yayan veya kuvvetlendiren büyük bir din ve imân adamı Hâce Ahmed Yesevî (ö:1166), Attar (ö:1193) gibi mutasavvıflara bile kendisini, "Pîr-i Türkistan" olarak kabul ettirmiş ölümsüzlerden biridir.

Hoca Ahmed Yesevî ve Eserleri

Meserret DİRİÖZ
Kurduğu ve kurdurduğu tekkeler, yetiştirdiği mürşidler ve alp-erenler vasıtasiyle Ortaasya ve Volga havalisindeki geniş topraklarda yaşayan Türkler arasında, Müslümanlığı yayan veya kuvvetlendiren büyük bir din ve imân adamı Hâce Ahmed Yesevî (ö:1166), Attar (ö:1193) gibi mutasavvıflara bile kendisini, "Pîr-i Türkistan" olarak kabul ettirmiş ölümsüzlerden biridir. Onun yazdığına inanılan ve "hikmet" adı verilen şiirler, asırlar boyu, Türk halkı arasında büyük bir vecd içinde söylenmiş ve dinlenmiştir. Türbesi, bugüne kadar, Timur gibi büyük hükümdarlarından, en küçük ferdine kadar, bütün Türkistan Türklerinin hacet kapısı, güç ve birlik kaynağı olmakta devam etmiştir.
Eşim Haydar Diriöz, vaktiyle bir Konya dönüşünde, bana şunları anlatmıştı:
"Ziyâeddin Fahri Fındıkoğlu'nun başkanlığında, bir grup oriyantalist ile Konya'nın tarîhî camilerinden birisine girmiştik. O sırada, ikindi namazını edâ eden cemâat dağılıyordu. Bunlar arasında yaşlı bir insan bizlerle alâkadar oldu ve ertesi sabah için bizi evine davet etti. ihtiyarın ısrarı üzerine Ziyâeddin Fahri Bey, kahvaltı hazırlamaktan vaz geçmesi şartıy-le kendisini ziyaret edebileceğimizi va'd etti; adres aldı. Ertesi gün gittiğimizde, adamcağızın pek fakir olduğunu, tek odası olan bir evde oturduğunu gördük. Oda bomboştu. Yerde, kilime benzer bir çul seriliydi. Aslında, ihtiyarın bizi cezb eden tarafı, Türkistanlı oluşuydu. Yer yer Anadolu Türkçesine benzettiği Şark Türkçesiyle konuşuyordu. Tamtakır çıplak odada, bezden yapılmış bir cüz kesesinde, Kur'ân-ı Kerîm gibi duvara asılı bir kitap dikkatimizi çekti. Prof. Fındıkoğlu sordu: "Bu nedir?" İhtiyar: "Ahmet Yesevî Divânı" dedi. Duvardan indirttik. Büyük bir saygıyla çıkardı, öptü, başına koydu. Bu manzarayı, hiç unutamam. Nasıl manevî bir kudrettir ki, bu kitap Ahmed Yesevî'nin ölümünden tam sekiz asır sonra, Türkistan'dan bu kadar uzak mesafede, bu kadar büyük bir saygı görüyordu? Bu fakir insanın, neden bu kadar zengin bir kalbe sahip olduğunu, o zaman anlamıştık."
Hâce Ahmed Yesevî, aynı zamanda, Anadolu ve Rumeli'yi feth eden kuvvetlerin başında bulunan Horasan Erleri'nin manevî atası idi. Beş asır sonra gelen Evliya Çelebi (ö:1681 ?) nin, onu büyük babalarından sayması boşuna değildir.
Bu sebeple edebiyat tarihçilerimiz, Hâkim Süleyman Ata (6:1186) gibi Türkçe şiirler yazan bir şahsiyeti de yetiştiren şair Ahmed Yesevî'ye ve onun Hikmet'lerine, kitaplarında mutena sahifeler ayırmışlardır.
Ben şu yazıyı yazmak istediğimde, kendimi, büyük bir boşlukta hissettim. Gerçekten de, edebiyat tarihimizin hangi mes'elesine, hangi şahsiyetine el atarsak atalım, o alanda çalışılmış olsa bile, kendimizi muazzam meçhuller içinde buluyoruz.
Ahmed Yesevî konusuna ilk defa eğilen, değerli edebiyat tarihçimiz, büyük âlim Prof.Dr.Fuad Köprülü'dür. O, yıllarca bu mevzu üzerinde çalışmış ve bu yoldaki mesâisini, ilim âleminin istifâdesine sunmuştur.Köprülü'nun mühim teşhislerin¬den birisi, Ahmed Yesevî'den bize intikal ettiği söylenen "Dîvân-ı Hikmet" adlı kitapta bulunan şiirlerin, Ahmed Yesevî'nin olmadığı keyfiyetidir. Üstâd, bu şiirlerin, Ahmed Yesevî'ye ait olamıyacağının, daha ilk bakışta anlaşılabileceğini söylemektedir (1). Yani demek oluyor ki, bugün, Ahmed Ye¬sevî'nin kaleminden çıkmıştır, diyebileceğimiz, bir tek şiir bile elimizde bulunmamaktadır. O halde, nasıl oluyor da, onun şiirleri ve şairliği üzerinde yazılar yazıp, kitaplar çıkartabiliyoruz? Bu soru sanki kendisine sorulmuş gibi.merhum Köprülü şunları söylüyor:
"Bugün, Divân-ı Hikmet nushalarındaki manzumelerden hiçbiri Ahmed Yesevî'ye ait olmasa bile, şurası muhakkaktır ki bu büyük sûfî, halk edebiyatı şekilleri ile Türkçe hikmetler yazmış ve ondan sonra, Yesevî şairleri arasında, bu yolda manzumeler yazmak, mukaddes bir an'ane olmuştur. Bu bakımdan bugün, elimizde bulunan hikmetlerin, esasen Yesevî'ye ait olmamakla beraber, tabi7 dil bakımından değil, fa¬kat şekil ve ruh itibariyle, onların, asıl Yesevî'ye ait olanlardan farksız olacağına hükm edebiliriz." (2)
Köprülü bu mütalaalarını, şu satırlarla hükme bağlıyor:
"İşte bundan dolayı, hikmet adı verilen bu tasavvufî-ahlâkî şiir nev'i vasıtasiyle, Ahmed Yesevî'nin edebî şahsiye-5 tini ve telkin ettiği ideolojiyi -hattâ takrîbî bir mâhiyette de olsa - az çok anlamak kabildir." (3)
Her ne kadar merhum Hocamız, az çok anlamak kabildir, diyorsa da, bunu anlamak maalesef bizim için kabil değildir. Çünkü, bize intikal etmemiş, elimize geçmemiş, mevhum şiirler üzerinde, bir faraziyeye dayanarak nasıl konuşulabilir, edebî şahsiyetten bahsedilebilir? Hele kesinlikle: "Bugün elde mevcut yazma ve basma Dîvân-ı Hikmet nüshaları, en sathî bir tarzda tetkik edilince, bu manzumelerin, muhtelif Yesevî dervişlerine ait olduğu derhâl anlaşılır. "(4) hükmüne varıldıktan sonra.
Tabiîdir ki, Divân-ı Hikmetteki şiirlerin, o devrin havasını, hatta Ahmed Yesevî'nin ideolojisinin izlerini taşıması başkadır; onun edebî şahsiyetini aks ettirmesi başkadır. Birinci fikre iştirak etmek mümkündür. Fakat ikinciye katılmak, gerçekten
de bana imkânsız görünmektedir.
Bana göre, edebiyat, metinle vardır. Metin yoksa, edebiyat da mevcut değildir.
Bu gerçeği arz ettikten sonra, kalem elimizdeyken, burada, Dîvân-ı Hikmet'le ilgili bir kaç noktaya işaret etmek istiyorum:
BİRİNCİSİ: Bu güne kadar elimize geçen yazma nüshaların hemen hepsi 19.yüzyılda istinsah edilmiş yeni nüshalardır. Daha eski bir nüshayı, müşahhas olarak haber veren olmamıştır. Bu durum şunu gösteriyor ki, bilinen nüshalar, 19.asrın başında veya biraz önce derlenmiş, tertib edilmiştir. Esasen bu nüshaların dili, ifâde ve beyân tarzı, daha önceki asırlara, pek de uygun düşmemektedir.
İKİNCİSİ: Büyük bir ihtimâlle bir destancı, bir kıssa-hân, Ahmed Yesevî'nin efsânevî hayatını, menkabelerini, dinî-ta-savvufî düşüncelerini, görüşlerini, telkinlerini, onun dilinden nakl ederek, bu eseri vücuda getirmiştir. Muhtemelen buradakiller, nesiller boyu şifahî olarak devam ederken, son asırlarda yazıya geçirilmiş bulunmaktadır. Doğuda Manasçıların, Azerbaycan'da ve Anadolu'da da Hz.Ali, Seyyid Battal Gazi, Köroğlu, Aşık Kerem ve Aşık Garib destan ve hikâyelerini sazlarla söyleyen, onların isimleriyle, mahiaslariyle şiirler te¬rennüm eden ve devirlerinde bilindikleri hâlde bugün bize meçhul kalan âşıkların, destancıların, meddahların yaptıkları gibi...
Dîvân'daki hikmetlerin mütecanis olması ve âdeta sıralı ve tertipli bulunması, bana, tesadüf eseri gibi görünmemektedir.
Bakınız, ilk Hikmet, şu dörtlükle başlıyor:
Bismillah dip beyân eyley hikmet aytıp
Tâliblerge dürr ü güher sacdım muna
Riyâzetni katığ tartıp kanlar yutup
Min defter-i şânî sözün açtım muna
"Bismillah diyerek, hikmet söyleyip beyan ediyorum, işte böylece, isteklilere inci saçtım. Katı bir riyazet çekerek işte İkinci Defter (ikinci Kitap) sözünü açtım, sözüne başladım."
25 dörtlükten ibaret bulunan bu Hikmet'te, gariblere kirlere ve yetimlere acımak gerektiğinden bahs 63 yaşın, gafletle geçtiği anlatılarak sonraki ti sağlamaktadır.
Şiire Besmele ile başlanması ve ikinci Defti nin bahis konusu edilmesi bize, kıssa-han an'anesini hatırlatmaktadır.
Ayrıca, bu şiirlerin, bir "Hikmet-hân" Hikmet) ğimiz ve kendi zamanında tanınan ve fakat şira miz bir kıssa-hân, bir şair tarafından söylendi alındığını, Dîvân-ı Hikmet'te bulunan bir şiirin bat nunda yer alan şu mısralar da açıkça göstermektedir.
Hikâyetde biling mundag kiltürdiler
"Bilin ki, hikâyede şöyle getirdiler (anlattılar; rivayet ettiler)
Yâd itelük Kul hâc'Ahmed evliyanı
Mürîdleri Baba Mâçin ol sultanı
Kollagay mu âsî Yûsuf Beyzâvî'ni
Nazm eyledim bu hikâyet biling dostlar
"Evliya Kul Hâce Ahmed'i ve müridleri o Babt tan'ı hatırlayalım. Âsî, Yusuf Beyzâvîyi kolluyorıi bilin ki bu hikâyeyi (ben) nazım hâline getirdim!
Bu hikmetten sonra:
Eyâ dostlar kulak salıng aydugumga
 Ne sebebdin altmış üçde kirdim yirge
Mi'râc üzre hak Mustafa ruhum kördi
Ol sebebdin altmış üçde kirdim yirge
"Ey benim dostlarım! Ne sebepten altmış üç yaşında yere girdiğimi anlatan sözlerime kulak verin.
Hak (Peygamber Muhammed) Mustafa, MM benim ruhumu gördüğü için; ben altmış' üç (yaşınd a (çilehâneye) girdim."
dörtlüğü ile başlayan hikmet gelmektedir.
Bu sözler, Ahmed Yesevî'nin, 63 yaşında bu alemden göçen Yüce Peygamber'e sevgisinden ötürü, 63yaj ğinde kazdırdığı bir yer altı hücresine çekilişinin ti bir başlangıçtır. Burada, Elest meclisi, Ahmed ti dört yüz yıl sonra Hz.Muhammed'e ümmet olacak, ana rahmine düşüşü, doğumu ve bir yaşından on yaşına kadar ki durumu, yıl yıl, Ahmed Yesevî'nin dilinden anlatılmaktadır.
Bundan sonra gelen beş hikmet, sırasıyla Al sev?nin on bir yaşından yirmi bir yaşına kadar, yirmi dan otuz yaşına kadar, otuz bir yaşından kırk yaş kırk bir yaşından elli yaşına kadar, elli bir yaşından! yaşına kadar olan efsânevî hayatını anlatmaktadır]
Altmış üçde nida kildi: Kul yirke kir
Hem cânıng min, cânâning min cânıngnıt
Hû şemşîrin kolga alıp nefsingni kır
Bir ü barım dîdârıngnı körer min mu?
"Altmış üç (yaşında) bir ün geldi: Ey kul yer (a (Senin ben) hem canın, hem sevgilinim. (O hâlde) a "Hû kılıcını eline alarak nefsini öldür. (Benim) bir (tanem) ve
var (olanım) (acaba) yüzünü görür müyüm?
Bu altı hikmetin her biri, şekil yönünden müstakil bir manzumedir. Zaten, her hikmetin son dörtlüğünde de "Kul hâce Ahmed" mahlası vardır. Bununla beraber, bu hikmetler, muhteva ve mevzu yönünden bir birlik ve bütünlük gösteriyorlar, birbirinin devamı ve bir destanın parçaları hükmünde-dirler.
Ol Kadirim kudret birlen nazar kıldı
Hurrem bolup yir astığa kirdim muna
"O kudret sahibi Allah'ım, kudretle (bana) nazar edince, sevinerek işte yer altına girdim."
mısralarıyla başlayan ve 12 dörtlükten oluşan hikmette de, Ahmed Yesevî'nin, yer altında yaptırdığı çilehâneye çekilişi dile getirilmektedir.
Hoş gayibdin yetişti yahşi sözüm teberrük
 Âşık bolsang ey tâlib riyâzetde biling bük
Tün kiçeler uhlamay yaş ornıga kanıng tök
Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük
"Ne hoş! Gayb'dan gelen güzel sözüm uğurdur. Ey istek sâhibil Âşık olursan riyazet ve çile çekerek belini bük. Geceler (boyu) uyumayıp yaş yerine kan dök. Size uğur getirmesi için Arslan Babam'a dair sözleri duyunuz." dörtlüğü ile başlayan 29 kıt'alık hikmette de, Ashabdan Arslan Baba'nın, Hz.Peygamber'in, Ahmed Yesevî'ye vermesi için kendisine emânet ettiği ve damağında beş yüz sene saklı tuttuğu hurmayı, yedi yaşında bulunan küçük Ahmed'e getirip verişi hikâye edilmektedir.
Başka bir- hikmette de, Ahmed Yesevî'nin meclisinde kadın erkek bir arada bulunulduğunu duyan ve buna mâni olmak için Türkistan'a gelen Baba Mâçin'in macerası ve Yesevî'nin kerametleri beyân edilmektedir.
43 beyitlik aruzla yazılmış mesnevî şeklindeki bir hikmet- ' te de, Hz.Muhammed'in ecdadı, hayâtı, Hz.Hadîce ile evlenmesi, yetimliği ve yüce hasletleri sayılmakta, sonunda da Hz.Ali övülmektedir.
Başka bir hikmette yine, Efendimizin yüksek şahsiyeti, Kayser-i Rûm ile karşılaşması anlatılmaktadır. Diğer bir hikmette ise, Cabir kıssası yer almaktadır. Yine ayrı bir hikmette de tafsilatıyla Mi'raç hadisesi tasvir edilmektedir.
Münâcât eyledi misgin Hâc'Ahmet
ilâhi kıl heme bendengge rahmet
Mısralarıyla başlayan 62 beyitlik mesnevi şeklindeki bir hikmette ise, bu hikmetlerin faydası, mü'minlere lüzumu açıklanmakta ve bu hikmetler, baştan sona kadar övülmektedir. Bir fikir vermek için bir kaç beyti oradan nakl ediyorum:
Garîb Ahmed sözi hergiz karımas
Eğer yir astığa kirşe çürimes
 
Okuganga kılur min anda şefkat
Kıyamet künide kılgum şefâ'at
 
Mini hikmetlerim kân-ı hadîsdür
Kişi bûy itmese bilgil habîsdür
 
Mini hikmetlerim fermân-ı Sübhan
Okup uksan heme ma'nî-i Kur'an
 
Mini hikmetlerim kand u 'aseldür
Heme sözler içinde bî-bedeldür
"Garib Ahmed'in sözleri asla eskimez. (Bu sözler) eğer yer altına girse çürümez. Okuyana Kıyamette şefkat gösterir, şefaat ederim. Benim hikmetlerim, hadîsma'denidir. Onu koklamıyan, (ondan istifade etmeyen) kişi habistir. Benim hikmetlerim, her türlü kusurdan münezzeh bulunan Allah'ın emridir. (Onları) okuyup anlasan Kur'ân'ın ma'nâsıdır. Benim hikmetlerim, şekerdir, baldır. Bütün sözler içinde eşsizdir."
Divân-ı Hikmette bu menkıbe ve kıssaların yanında, şe-ri'at ve tarikatla ilgili aşk, gurbet, seher vakti, nâle, nefsi öldürme, zikir, tevbe, gafletten uyanma, ölüm, oruç, namaz, arif, âşık, mahabbet, elest şarabı, zahir, bâtın, mâsivâ, tarikat, ma'rifet ve hakikat gibi temalara da yer verilmiştir. Hemen he¬men her hikmette tek bir mevzu, veya birbiriyle alâkalı birkaç mevzu işlenmiştir. Bu sebeple, her hikmet, yek-âhenktir,de-nilebilir.
 
BURADA KALDIK
 
Divân-ı Hikmette, en eski Türk edebiyatı türlerinden olan münazara türüne de yer verilmiştir. Bir hikmette, Cennet ile Cehennem, karşılıklı üstünlük iddia etmektedirler. Tabi'i Cennette Hakk'ın dîdârı görüleceği için, sonunda, münazarayı Cennet kazanır.
Buraya kadar arz ettiklerim gösteriyor ki, Dîvân-ı Hikmette bulunan hikmetler, dağınık manzumeler mecmu'ası görüntüsünden çok, oldukça muntazam sıralanmış, birbirine bağlı bir bütünlük arz eden bir çeşit manzum menâkıp-nâme manzarası göstermektedir. Diğer menâkıp-nâmelerde, bahis konusu şahsiyet üçüncü şahıs iken, burada umumiyetle birinci şahıs halindedir. Bu üslûp, daha çok eski Türk üslûbudur. Orhun Kitabelerinde de hâl böyledir. Bilge Kağan'ın birinci şahıs olarak konuşması gibi...
Şu kısa açıklamalar gösteriyor ki, Divân-ı Hikmet diye anılan şiir mecmuası, asırlarca Türkistan'ın sembolü olmuş büyük din adamı, büyük sûfî Hâce Ahmed Yesevî'nin halk arasında yaşayan menkabevî hayatını ve dînî-tasavvufî telkinlerini anlatmak ve okutmak için, bir şair-râvi tarafından kaleme alınmış manzumelerden ibarettir.
İşaret etmek istediğim ÜÇÜNCÜ nokta şudur:
İslâmî devrede teşekkül eden Klasik Türk Edebiyatı, önceleri, bilhassa Fars edebiyatını model alırken, 16.asırdan itibaren Fuzûlî (ö:1556), Bakî (ö:1600) gibi kendi büyük üs-tadlarını yetiştirdikten sonra, kemâl devresine girmiştir. Bu asırda yetişen şair ve ediplerimiz, tabiî ve haklı olarak kendilerini İran şairlerinden üstün görmüşlerdir. Hayalî (ö:1557), Fuzûlî, İran'da tanınıyor ve okunuyorlardı. 1983 yılında toplanan V.Millî Türkoloji Kongresi'nde verdiğim bir tebliğde, Râfi adlı bir kimsenin, 17. asır sonunda, Nâbî (ö:1712) nin Tuhfe-tü'l-Haremeyn'inin bir kısmını, başına ve sonuna birkaç satır ekliyerek kelimesi kelimesine Farsçaya tercüme ederek Belh emîrine sunduğunu ve fakat işin hilesine saparak, tercümeyi, telif esermiş gibi takdim ettiğini, misalleriyle, geniş bir şekilde anlatmıştım. BO zat, Tuhfeti'l-Haremeyn'inmanzum yerlerini-, bile aynen Fara'ya aktarmıştır. Meselâ Nâbî'nin meşhur
Sakın terk-i edebden Kûy-i Mahbûb-ı Huda'dır bu
Nazargâh-ı İlâhî'dir makâm-ı Mustafâ'dır bu
şiirini:
Mekun terk-i edeb çun Kûy-i Mahbûb-i Hudây'est în
Nazargâh-ı İlâhî est u Makâm-ı Mustafây est în
şekline soktuğunu göstermiştim.
Böylece, 17.asırdan itibaren iranlılar da Türk edebiyatı­nın üstünlüğünü kabule başlamış oluyorlardı. Esasen diyebi­lirim ki, 19.asrın sonunda ve 20.yüzyılın başlarında İran'da gazeteciliğin başlaması ve yaygınlaşmasıyla, Batı tarzında mekteplerin açılmasıyla, Türkçeden Farsçaya yapılan tercü­meler, Fars diline ve İran'ın sosyal hayatına te'sir edecek ka­dar sürekli olmuştur. (5)
Bu zamanlarda, yalnız İranlılar için değil, Azerbaycan ve Türkistan için de Türkiye, husûsiyle İstanbul, çok yakından takip edilen, ideal bir edebiyat, kültür ve medeniyet merkezi durumuna gelmişti.
Bu ma'rûzattan sonra Dîvân-ı Hikmetteki bir hikmetin bir­kaç dörtlüğü ile, Yunus Emre (ö:1320) nin bir ilâhisindeki bir­kaç dörtlüğü arka arkaya yazarak, maksada gelmek istiyorum:
Dîvân-ı Hikmetten:
 
Işkıng kıldı şeydâ mini
Cümle âlem bildi mini
 Kaygum sinsin tün ü küni
Minge sin ok kireksin
 
Yunustan:
Işkun aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanaram dün ü güni
Bana seni gerek seni
 
Dîvân-ı Hikmetten:
Âlimlerge kitab kirek
Sûfîlerge mescid kirek
Mecnûn'larga Leylâ kirek
Minge sin ok kireksin
Yunustan:
Süfîlere sohbet gerek
 Ahî'lere ahret gerek
 Mecnûn'lara Leylâ gerek
Bana seni gerek seni
Dîvân-ı Hikmetten:
Hâc'Ahmed'dür minim atım
Tün ü küni yanar otum
 İki cihanda ümîdim
Minge sin ok kireksin
Yunustan:
Yûnüs'dürür benüm adum
Gün geldikçe artar odum
 İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni
Görülüyor ki, her cihetten bu iki manzume birbiri İş, bu kadarla da kalmıyor. Meselâ:
Dîvân-ı Hikmetten:
Hâlik'ımnı izlermin tün kün cihan içinde
 Tört yanımdan yol indi kevn ü mekân içindi
Yunus'tan:
İstediğimi buldum, aşkâre cân içinde
Taşra isteyen kendü, kendü nihân içinde
Görüldüğü gibi, baş taraflarını aldığımız bu mal de birbirine nazîre olarak yazılmışlar intibaını vermektedirler.
Dîvân-ı Hikmetteki şiirlerle Yunus Emre'nin şiirleri arasındaki bu yakın benzerlikleri böylece tesbit ettikti şunu düşünebiliriz. Yunus Emre mi bu hikmetlerin) kalmış? Yoksa, bu hikmetleri yazan kişi mi Yunus'uj de kalmış ve ondan bazı şeyler almış?
Eğer Dîvân-ı Hikmet, Ahmed Yesevî'nin kalemi mış olsaydı, Yunus ondan almıştır, diyebilirdik. Buy bulunan Dîvân-ı Hikmetin dili, ifâdesi ve tertip şekli,] açıkladığım gibi, Ahmed Yesevî'den asırlarca sonra! metçi" tarafından yazılmış veya yazıya geçirilmiş» göstermektedir. Son devirlerde ise, İranlılar gibi, 11 lar da, Türkiye'de yazılmış eski-yenİ, ellerine geçeri okuyup yararlanabiliyorlardı. Bir Nasreddin Hoca.l) Emre, bir Fuzûlî, Doğu Türklerince de iyi biliniyordu.' bahsi geçen Nâbî'nin Tuhfetü'l-Haremeyn'ini Farsç ren Râfi' gibi, Yunus Emre'nin bazı şiirlerini, fazla bir ğe tâbi tutmadan şark Türkçesine çevirmek, çokb; sa gerektir.Bu sebeple, Dîvân-ı Hikmeti vücuda ç bu hikmetlerin bir kısmında, Yunus Emre'yi taklit, tercüme etmiştir, denilebilir.
Hulâsa, elimizdeki Dîvân-ı Hikmet nüshalarında hikmetler, Ahmed Yesevî'ye âit değildir. Hâce A sevî'nin menâkıbı ve fikirleri, halk arasında şifahî c lenegelirken, son devirlerde, "Hikmetçi" adını verd miz bir kıssa-hân tarafından yazıya geçirilmiş veya yeniden kaleme alınmıştır. Bu şiirler, İkinci Defter'c daki "defter" sözü, kitap, cilt ve kısım ma'nasınadır. Bu şiirler, ya Divan-ı Hikmet'in ikinci kısmıdır. Yahı kıssa-hân, daha önce başka bir hikâye, başka biri nakl ettiği ve onu, başka bir ciltte topladığı için,  Dîvân-ı Hikmet'e de ikinci defter (ikinci kitap) demişti lerde, Yunus Emre'nin te'sirlerine rastlanması ise,d leme alan Ortaasyalı, bizce meçhul, hikmetçi şair ve Yunus'un şiirlerini de yakından tanımış olduğunu gösterir.
DİPNOTLARI:
1)         İslam ansiklopedisi, C. 1 s. 213
2)         a.g.e. s. 214
3)         a.g.e. s.214
4)         a.g.e. s.213
5)         Meliku'ş-Şuara Muhammed Takl Bahar, Set s.401-407, Tahran, 1337 H.Ş.

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
Toplam 3 yorum var, 3 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen 2 yorum var.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
cemre(ceren) 26 Nisan 2012 Perşembe 14:09

çooooook uzun gerçekten çoğunu yazamadım ama çooooooooook tşk.

Yorumu oyla      11      8  
mökkem dadaş 28 Aralık 2011 Çarşamba 19:19

beğenen ve beğenmeyen acaba sonuna kadar okudmu ? işin aslı ben okumadım :) EDİTÖR: İSLAM TASAVVUF TARİHİNİ ANLAMAK,ANADOLU'NUN FETHİNDEKİ MANEVİ ŞİFREYİ İDRAK ETMEK İÇİN ÖNCE AHMET YESEVİ(k.s.a)HAZRETLERİNİN OKUNMASINI TAVSİYE EDERİZ. AHİLİK MUESSESESİNİN İLHAMINI VEREN BU ZAT, ANADOLU'DAKİ TÜM ALLAH DOSTLARININ(VELİ)MÜRŞİDİDİR. BİZ İNANANLAR İÇİN BEĞENMEK YADA BEĞENMEMEK YAKLAŞIMI OLMAZ, BİZ ONLARI SADECE ANLARIZ YA DA ANLAYAMAYIZ Kİ, İKİNCİSİ ÖNEMLİ BİR KAYIPTIR.

Yorumu oyla      7      9  
gizemmmmmmm 28 Mayıs 2010 Cuma 23:20

bunu çok beğendim yazanın ellerinden öperim

Yorumu oyla      7      10  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Atatürk’ün Din Anlayışı-1
“Atatürk’ün Samsun’a hareketinden biraz önce arkadaşlarından biri: “İngilizlerin ...
Hazreti Türkistan Hoca Ahmed Yesevi (II)
Şüphesiz Kur'ân'dan ve Hadis'ten ilham almış bu yüce merhamet, insaniyet, ...
Hazret-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi (1)
Hoca Ahmed, zaten bütün Türk ülkelerinde ilk tarikat olan Yesevîliğin ...
 
İslam ve Zekat İbadeti
Ramazan ayı dolayısıyla zekat’a yoğunlaşan müminler için Diyanet İşleri ...
Yunus gibi düşünmek
Yûnus Emre'nin Bir Münâcâtı Veya Şathiyesi
Çok zengin ve derin mânâlar yüklü şiirleri, umumiyetle islâmî bir tefekküre ...
 
Tahkik ve Taklit
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Âdemoğlunun yoluna ışık tutan Mesnevi'sini Farsça yazmıştır
Telvin..
Tasavvufta "telvin" renkten renge, "hâlden hâle" girme makamıdır. Umumî ...
Ramazan ile Hasbihal
“Ramazannameler”imiz oldu, sana olan duygularımızı dile getirdik onlarla. ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Ayağın Sürünmesi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva