ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Kutlu’dan Süper Lig mesajı
Kutlu’dan Süper Lig mesajı
Balcı Erzurumspor maçını değerlendirdi
Balcı Erzurumspor maçını değerlendirdi
Erzurumspor Ümraniye’den puansız ayrıldı
Erzurumspor Ümraniye’den puansız ayrıldı
Kop Geçidi beyaza büründü
Kop Geçidi beyaza büründü
Yeşilay bisiklet turu etkinliği yoğun ilgi buldu
Yeşilay bisiklet turu etkinliği yoğun ilgi buldu
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
31 Aralık 2009 Perşembe - 18:44

Kösoğlu'ndan 'Açılım'ın Eski Tarihine ve Yeni Söylemine Dair Birkaç Not

Ülkemizde günlük siyasetle millî mesele¬ler giderek birbirine karıştırılıyor; millî mese¬le diyebileceğimiz bir kategori neredeyse yok oldu. Uzun süre Kıbrıs millî meselemizdi ve siyasî meselelerle birlikte tartışılmaz, konu üzerindeki millî mutabakat zedelenmezdi. Epey bir süredir o da günlük siyaset çekiş¬melerinin arasına girdi ve birilerinin alıp sat¬tığı bir meta düzeyine indirildi. Kim yapıyor bunu? Daha doğrusu yapan Türk toplumu da, yaptıran kim?

Kösoğlu ndan  Açılım ın Eski Tarihine ve Yeni Söylemine Dair Birkaç Not

'Açılım'ın Eski Tarihine ve Yeni Söylemine Dair Birkaç Not

Ülkemizde günlük siyasetle millî mesele­ler giderek birbirine karıştırılıyor; millî mese­le diyebileceğimiz bir kategori neredeyse yok oldu. Uzun süre Kıbrıs millî meselemizdi ve siyasî meselelerle birlikte tartışılmaz, konu üzerindeki millî mutabakat zedelenmezdi. Epey bir süredir o da günlük siyaset çekiş­melerinin arasına girdi ve birilerinin alıp sat­tığı bir meta düzeyine indirildi. Kim yapıyor bunu? Daha doğrusu yapan Türk toplumu da, yaptıran kim?

Değerli tarihçi Şükrü Hanioğlu uzun bir yazısında komplo teorilerini inceliyor ve so­nunda, günümüzde istihbarat örgütlerinin kullandıkları yöntemlerden birinin bu oldu­ğunu söylüyor. Her türlü ilişki ağlarının yo­ğunlaştığı dünyamızda, olayları kavramakta ve açıklamakta sıkıntı çeken insanın önüne, tek boyutlu Kel Oğlan masallarını andırır, olağanüstü basite indirgenmiş şemalar ko­nulur ve basit idrakler bu şemalara oturarak istedikleri çözüme kavuşmuş olurlar. Ondan sonrası kolaydır; yumruklarını sıkıp "Kah­rolsun!..." diye bağıracaksın; o kadar. Ne bil­mek, ne düşünmek ne de kendine düşen bir sorumluluk var mıdır, diye sormaya gerek yoktur.

Toplumların kamuoylarını yönlendirme­nin en kolay ve etkili yolu bu olsa gerek

Hangisinin diğerini tetiklediğini bilmem, ama komplo teorileri jle siyaset hayatımızın gittikçe seviye kaybetmesi arasında ilişki ol­duğunu düşünüyorum. Özellikle okumuş kesimlerimiz siyaset sohbetlerini mahalle pazarına çevirmiş haldeler; her şey almıyor, satılıyor: Cumhurbaşkanı ülkeyi yahut bir tarafını satıyor, Başbakan enerji ihalelerin­den pay alıyor, emniyetin üst kademelerin­de neler oluyor neler!... Hangi partili olursa olsun, vicdanı olan, vatanına, devletine bağlı normal bir insan bunları dinlerken korkudan yahut şaşkınlığından baygınlık geçirir. Vatan satmak ne zamandan beri bu kadar ucuzla-dı, semt pazarlarına düştü? İster bürokrat is­ter siyaset adamı olsun, devlet sorumluluğu yüklenmiş insanlar hakkında böyle endazesiz laf savurmak kültürümüze ne zaman girdi?

Pek de yeni değildir, diyenleriniz olduğu­nu duyar gibiyim... Bu işimizi zorlaştırıyor; ama özellikle biz milliyetçiler zor yollarda yürüyüp milletimiz için kolaylaştırmak zo­runda değil miyiz?

Size İnönü'nün söylediklerini anlatayım. Kırk yıl boyunca yetişen bütün nesillere Sul­tan Vahdetdin'in milletini sattığını ve Sadrı-azam Damat Ferit Paşa'nm vatan haini oldu­ğunu bellettikten sonra, Sabahatdin Selek'in, " Paşam, Damat Ferit haindi değil mi?" diyen sorusuna şu cevabı vermiştir: " Haayır! Hiç bir sadrıazama vatan haini denilemez. O biz­den farklı düşünüyordu. İngilizlerle görüşe­rek sorunları çözebileceğini zannediyordu. Gerçi bize çok zahmetler çektirdi, ama bir Sadrazam hain olmaz!"

Hiç değilse biz milliyetçiler, mülkün sa­hibinin kendi mülküne hain olamayacağı­nı, Sultan Vahdetdin'in son Türk Hakanı olduğunu ve Türk tarihinde hain sadrıazam bulunmadığını, İnönü'nün sözlerinden önce de bilmek zorunda değil miydik? Türk milleti'nin büyüklüğüne inananlar biz değil miydik? Millete öncü olmak, millî idraki uyanık tutmak, ona en güzel örneği sun­makla yükümlü bizler, siyaset sahnelerinde de, sohbetlerinde de çıtayı yüksek tutmak zorunda değil miyiz? Biz başaramazsak kim başaracak?

Öyle yanlışlar yapılıyor, öyle düşünülme­miş sözler söyleniyor ki, nitelemekte sıkın­tıya düşüyoruz, deniliyor. Doğrudur, ölçülü olmak, siyasetin düzeyini korumak zaten bu durumlar içindir.

Şimdi ben size bir tarih hatırlatması ya­pacağım; geçenlerde bir gazetede çıkan mülâkatımdaki tek bir cümlenin açıklaması­nı yapacağım; umarım bu uyarı sayın başba­kanımızın kulağına kadar gider ve bir yanlış söylemden vazgeçmesine vesile olur.

 

* * *

Bahsi geçen mülakatta sözünü ettiğim cümle şudur: Türkiye Cumhuriyetinin kuru­cu ilkelerine dokunulmamalıdır. Bu cümle­nin tarihi arka planı da şudur:

Her devlet, kuruluşunda devlet hukuku açısından belirli bir anlayış ve ilkeler üzerine bina edilir. Sonraki zamanlarda bu anlayış ve ilkeleri değiştirmeye kalkmak, yeniden devlet kurmaktan daha zor ve problemlidir. Biz bu deneyi bir kere yaşadık, sonucunu gördük. Eğer devletimizi yönetenler tarihî tecrübeye kör kalırlarsa, milletimizin sağdu­yusuyla buna imkân vermeyeceğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum. Çünkü o geç­miş tecrübeyi yaşarken de milletimiz karşı çıkmış, alay etmiş ve gecesini gündüzüne katarak Devlet-i âliyye için çalışan bir sad­razamın cenazesinde, tek bir kişi bile hüsnü şahadette bulunmamıştır; yani, imam efen­dinin merhumu nasıl bilirdiniz? sorusuna, "İyi biliriz" diye cevap vermemiştir. Bunun bir Müslüman için ne demek olduğunu varın siz düşünün...

Osmanlı Devleti'nin devlet hukuku, Müs­lümanlar ve gayri Müslimler ayırımına da­yanır. Gayrimüslimler devletin koruması al­tında her türlü hak ve hürriyete, sahip olup, kültürlerini dilediklerince gerçekleştirebilir ve dillendirebilirlerdi. Ancak, kamu hakla­rına sahip değillerdir; yani devletin yönetim kademelerinde, ilmiye, kalemiye, seyfiye sı­nıflarında yer alamazlar; bu alan Müslüman­lara aittir. Beş yüz yıldan beri böyle olagel­miştir.

Osmanlı zayıfladıkça Rusya ve batılı bü­yük devletlerin müdahaleleri de artmaya başlamış ve ayrılıkçı temayüller gayrimüs­lim tebaa arasında yayılmıştır. Yabancı dev­letler Osmanlı yönetimine müdahaleyi bir hak haline getirerek anlaşmalara sokmaya çalışmış, en azından anlaşmaların bazı mad­delerine dayanarak böyle bir haklarının var olduğunu ileri sürmeye başlamışlardır. Yer yer diplomatik nezaket kurallarını çoktan geride bırakan bu tür müdahaleler yanında, imparatorluktaki gayrimüslim unsurları da doğrudan doğruya müdahalelerinin bir ara­cı haline getirmek istemişlerdir. Bu maksatla gayrimüslimlere de Müslümanların sahip ol­duğu kamu haklarının verilmesi yani, devle­tin kurucu anlayış ve ilkesinin değiştirilmesi istenmiştir.

Sultan Mahmut zamanında fikri zemi­ni hazırlanmaya çalışılan bu hamlenin ilk adımı 1839 Tanzimat Fermanı ile atılmıştır. Ancak bu fermanda kamu alanında eşitlik yoktur. Daha sonra, İngiliz donanmasının boğazda demir attığı bir vakitte yayımlanan 1856 Islahat Fermanı ile bu siyasî haklar da verilerek "gâvur-müslüman eşitliği" sağlan­mıştır. Eski Sadrıazam Mustafa Reşit Paşa uzun bir layiha yazarak Padişah'ı uyarmış ve ülkede büyük ayaklanmalar olabileceğinden bahsetmiştir. Birçok devlet erkânı benzeri korkular yaşamıştır. Korkulan büyük ayak­lanmalar olmamış, ancak ufak çaplı bazı olaylar yanında Müslüman unsur bu eşitliği hiçbir zaman içine sindirememiştir. "Bun­dan böyle gâvura gâvur denilmeyecek" gibi alayların yanı sıra Müslüman ahali " Eba ve ecdadımızın kanları bahasına kazanmış ol­dukları bir mukaddes hakkımızı kaybettik; bizim için matem edilecek gündür." Diye her yerde yakınmış, sızlanmışlardır. Ve bu fer­manın mimarı olarak bilinen Âli Paşa'nın cenazesindeki binlerce Osmanlı, döneminin en iyi yetişmiş, en zeki ve birikimli bu aydınına helâllik vermemiştir. Cevdet Paşa diyor ki, "Cenazelerde hüsnü şahadet ve helâllik iste­menin ne demek olduğunu ben Âli Paşa'nın cenaze töreninde anladım". Âli Paşa'nın han­gi baskı ve sıkıntılar altında bu fermana imza koyduğunu detaylarıyla bilmese de, iyi kötü halk da anlıyordu; ama yine de affetmedi.

Bugün artık tartışılamayacak bir tarihi gerçek olarak biliyoruz ki, sözü geçen Fermanlar, muhtelif unsurları kardeş etmek yerine  ayrışmalarını  hızlandırmıştır. 

Fermanların ardından Meşrutiyet gelmiş ve gayrimüslimler de Müslümanlarla birlikte Meclis-i Mebusan'da yerlerini almışlardır. Bu süreç Osmanlının fiilen parçalanma dö­nemidir.

Devletin kurucu ilkesinden vazgeçip, Müslim-gayrimüslim eşitliğinin ilke haline sokulması Rusya ve Avrupalı devletlerin zorlamalarıyla olmuştu; zamanın yönetici ve aydınları için bu apaçıktı. Şimdi, engellene-meyen bu gelişmeyi, yeni bir kurucu anlayış ve ilke olarak millete kabul ettirmek ve sin­dirmek gerekiyordu. İşte Osmanlılık söylemi bu işlevi yüklendi.

Osmanlılık kavramı o güne kadar da var­dı ve sıkıntısız kullanılıyordu; ama ittihad-ı anasır anlamında kullanılınca, bu ittihada Türklerden başka katılan olmadı. Gökalp di­yor ki, "Bu da tabiîydi; çünkü devletin asıl sahipleri olan Türkler, devletin devamı için kendilerini unutmaya razı idiler". Diğerleri ise ayrışmayı hızlandırarak Dünya Savaşı'nın eşiğine geldiler.

O güne kadar Avrupa'da Osmanlı-Müslüman ve Türk, eş anlamlı olarak kul­lanılıyordu. Biz genellikle Osmanlı yahut Müslüman derken Avrupalılar Türk olarak isimlendiriyorlardı; devletin adı da, Müslü­manların adı da Türk'tü.

 

* * *

Millî Mücadele sonrasında dikkatle ve ısrarla yeni bir devlet kurulduğu görüntüsü ve intibaı verilmeye çalışıldı; ancak, kuranlar da Osmanlı idi, yeni Cumhuriyetin kurum­sal çekirdeği de Osmanlı idi. Devletin resmî söylemlerinde farklı seslere dikkat edilirken, temeldeki anlayış da Osmanlı idi. Bunu şöyle açalım:

Kuruluş yıllarında milliyetçilik söylemi yer yer aşırı sapmalara varırken -meselâ ırk­çılığa giderken- Devlet fiilen Osmanlı anla­yışını devam ettiriyordu; yani Müslümanlar kurucu unsur olarak ve tek millet olarak ka bul ediliyor, gayrimüslimlere azınlık hakla­rı veriliyordu. Bu tek millet 1924 Anayasası ve bütün sonrakilere Türk adıyla girmiştir. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ve okumuşlar arasında Türk'ün Müslümanla eş anlamlı olduğu yolunda sessiz bir anlayış ortaklığı olduğunu düşünebiliriz. Halka ge­lince o zaten Müslüman kimliğini ortak bir ifade olarak görmeye devam ediyordu.

Günümüzde, bazı kavramları yanlış kul­lanarak Kürtçülere yardaklık edenlerden, bilmediği konularda kendilerini yetkin zan­nedenlere veya konuşmaya mecbur hisseden­lere kadar birçok insan çokça konuşmaktadır. Bunlar kamuoyunu etkilese, zihinleri bulan-dırsa da önemsemeyebilirsiniz. Ama Cum­huriyetin Başbakanı da ısrarla aynı yanlışı vurgulayıp duruyorsa, külahımızı önümüze koyup düşünmek zorundayız demektir..

Ayrıntılara girmeden, Cumhuriyetin kurucu anlayış ve ilkelerini tahrip eden söylemlere dokunabiliriz. Önce, Sayın Başbakan'ın her seferinde Türkler, Kürtler, Çerkezler... diye başlayan konuşmalarına işaret etmeliyiz. Sayın Başbakan, yukarıda işaret ettiğim ve Türk adı altında toplandığı­nı söylediğim birliği, önce bölüp, unsurlarına ayırıyor, ardından, biz hep beraberiz deyip yapıştırmaya çalışıyor. Osmanlı da aynen böyle yapmak zorunda kalmıştı; ama ingiliz donanması Boğaz'da ve saray'ın karşısında idi... Cumhuriyet eğitimini asimilasyon yap­madı diye suçlayamayız; ama onun zaafları­na dayanarak kendi varlığımızı da tehlikeye sokamayız. Yaşar Kemal sık sık, "Ben Kürt kökenli Türk Romancısıyım" deyip duruyor; onu anlamak gerekmez mi? Yaşar Kemal elbette ki Türk'tür; onu bir etnik gruba mal etmeye çalışmak ırkçılık yapmak olur; Yaşar Kemal de bunu reddediyor, biz de. Çünkü Yaşar Kemal'in milliyetini mensup olduğu soy değil, yaşadığı ve yarattığı kültür belirle­mektedir; hepimizin olduğu gibi.

Sayın Başbakanımızın danışmanlarının ısrarla harekete geçmelerini ve ona şu gerçekleri bir kere daha açıklamalarını isteriz: Konuşmalarındaki ifade tarzı, Türk'ü de di­ğerleri gibi bir etnik topluluk adı olarak an­ladığı izlenimi veriyor; kesinlikle yanlıştır. Türk, tarihin hiçbir döneminde bir etnik grup veya Türklük de bir etnisitenin adı olma­mıştır. Batılıların anlayışına dokunmuştum. Türkistan çevresinde ise Türk, Anadolu'daki Türkçe konuşan halkın adıdır; bir etnisite değildir. Bu halk tarihinin hiçbir devresinde bir başka büyük kültür içinde kültürel bir ada olarak yaşamamıştır yani etnik azınlık olmamıştır. Olan ufak gruplar ise genellikle asimile olmuşlardır.

Sayın Başbakanın konuşmalarında sı­raladığı ve etnik gruplar olarak sunduğu çeşitlemeyi, bir vakitler Yunanlılar kırk altı çeşit olarak saymış ve Anadolu'nun bir ya­malı bohça olduğunu yayınlarıyla dünyaya ilân etmişlerdi. Şunu söylüyorum ki, Sayın Başbakanın çeşitlemesinde adları geçenler farklı bir etnisite değillerdir. Öyle olmadık­ları için de, Gürcüler, Abhazlar, Osetler ve başkalarını sayınca sadece o insanların soy kökenlerine işaret etmiş oluyorsunuz. Sade­ce soy kökenleri ayrı olduğu için onları mil­letimiz içinde adacıklar olarak farklılaştırıp, ayırıyorsunuz. Ve sadece soy kökenleri farklı olduğu için onların şuurlarında farklılık göl­geleri, imanlarında sarsılma yaratıyorsunuz. Önce bölüyor sonra hep beraberiz diye yapış­tırmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl bir usûldür? Bu insanların kendilerini Türk milleti içinde görmediklerinden bu kadar emin misiniz?

İlkokulların yeni eğitim yılında aynı şey ilk ders olarak yapıldı. Çocuklara soy kö­kenleri hatırlatıldı, hepsinin farklı soydan oldukları anlatıldı, sonra, kucaklasın birlik olun denildi; Türk milletinin böyle olduğu telkin edildi. Okuyucularım beni, bu olayı nitelemekten kaçındığım için bağışlasınlar. Sadece Sayın Başbakana Bediüzzaman'ın bir uyarısını hatırlatayım: Diyor ki, iyiyi anlat­mak için kötüyü örnek göstermeyin, doğ­rudan doğruya iyiyi anlatın; çünkü siz iyiyi anlasın derken, karşınızdaki zayıf ruhlar kö­tünün etkisinde kalabilirler.

Körpe ruhlara, bütün bu karmaşadan uzak birdirbir oynayan yavrucaklara bu ya­pılır mı? O çocukların ruhları zedelenmiş, zihinleri örselenmiş olmaz mı? Benim ümi­dim, çocuklarımızın hiç birinin, öğretmen­lerinin de içine sinmeyen bu bölücü oyunu anlamadıklarındadır...

Niçin bu söylemin ırkçılık olduğunu vur­guluyorum? Çünkü etnisite toplumsal bir kavramdır ve bir tarifi vardır; rastgele kul­lanılamaz. Ana kültür içinde, farklı bir soy­dan gelen ve farklı bir kültürel yapıya sahip olup, kültürel yaratıcılığını devam ettirebilen yapılar etnisite olarak nitelenir. Başka yazı­larımda konuyu genişçe işlediğim için fazla açıklamaya girmeyeceğim. Ancak burada kilit niteliğinde olan unsur, kültürel yaratıcılı­ğını devam ettiriyor olmasıdır. Bunun için de o topluluğun belirli bir coğrafyada ve yoğun bir biçimde yaşaması gereklidir. Türkiye'nin dört bir yanma yayılmış olan insanların bir kesiminin soy kökenlerinin farklı olması, sa­dece soy kökenlerinin farklı olduğu anlamı­na gelir; onları ayrı bir etnisite yapmaz.

Bu devlet hiçbir zaman ırkçı olmadı, soy kökenine göre ayırımlar yapmadı, kuruluşu­nu da böyle bir ayırıma dayandırmadı. Ör­nek aldığımız Avrupa'nın bu konudaki iki yüzlülüğünü görecek kadar uyanık olalım: Batılı literatür kendileri için kültür bütünlü­ğünü, başkaları için farklılıkları ve bu farklı­lıklarla birlikte yaşama yollarını öğütlemek­tedir. Avrupa bu merhemi önce kendi başına sürmelidir.

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
Toplam 10 yorum var, 10 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
önder 31 Mart 2010 Çarşamba 10:03

Ateşe Yürümek Dizisi Hakkında bir fan blogdur.Star tv ekranlarında çok yakında başlayacak olan Ateşe Yürümek Dizisi Hakkında bilgilere ulaşabilirsiniz.Ateşe yürümek Dizisi

Yorumu oyla      6      4  
Ercan Demirceylan 23 Ocak 2010 Cumartesi 20:37

Yeni nesiller pek bilmez ama bir zamanlar(1977-1980)Nevzat Kösoğlu Erzurum milletvekili idi.Kendini oldukça geliştirmiş;Türk Kültürünün en büyük mihenk taşlarından birisi olmuştur.Türk İslam Felsefesinin yaşayan en büyük ustadlarındandır.Bu yazdıklarını iyi incelemek,anlamak gerekir.Çünkü,yazdıkları boş şeyler değildir.

Yorumu oyla      6      4  
mürsel tekin 21 Ocak 2010 Perşembe 12:06

Öncelikle Nevzat KÖSEOĞLU'nun değerlendirme ve eleştirilerinin yapıcı olduğunu belirtirim.İstanbulda yaşayan bir Erzurumlu olarak kendisi ile gurur duyuyorum.

Yorumu oyla      6      4  
nail amudi 11 Ocak 2010 Pazartesi 16:17

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN DTP’Yİ KAPATMA KARARI EVRENSEL HUKUKA UYGUN!.. EVRENSEL HUKUK DİYOR Kİ, “TERÖRLE BAĞLANTILI HER PARTİ KAPATILABİLİR!..” DTP, BDP’Yİ ZOR DURUMDA BIRAKMAK İSTEMİYORSA AİHM’YE GİTMEMELİ!.. DTP'liler kapatma kararının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gidiyor. Kapatma davasının gerekçeli kararının DTP'nin eski genel merkezine ulaşmasıyla birlikte AİHM'ye başvuru süreci başladı. Başvurunun bu ay içinde yapılması planlanıyor. Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani'ye göre, Anayasa Mahkemesi gerekçesi "Hukuktan ve hukuk mantığından yoksun". Diyarbakır Milletvekili Gülten Kışanak ise "Gerekçeli kararın Kürt siyasal hareketine yönelik olduğunu" iddia ediyor. Bence ikisi de yanılıyor. Anayasa Mahkemesi’nin, DTP’nin kapatılmasına ilişkin gerekçeli kararı tam 425 sayfa! Aynı nitelikteki DEP’in kapatılmasına ilişkin karar ise 215 sayfaydı. Mahkemenin “en uzun karar”ı oldu bu. Kararın bir özelliği de gerek esasa ilişkin, gerek delil

Yorumu oyla      6      4  
Musa Köyceğiz 6 Ocak 2010 Çarşamba 02:58

Geçenlerde Cindili'nin de bu bağlamda bir yazısını okudum .Diyorum ki ey dağınık Türk milliyetçileri bir araya gelmenin gerçek bir milliyetçi hareketin artık zamanı gelmedi mi?

Yorumu oyla      6      4  
Kasım KOCAMAN 2 Ocak 2010 Cumartesi 11:23

önce değerli abim nevzat köseoğlu'na bu güzel yazıyı kaleme aldığı için teşekkür ediyor,ellerinden öpüyorum. umarım dadaşlar diyarı erzurum'umuzun ismiyle yayın yapan yerel gazetimiz erzurum gazetesini internet ortamında çok sayıda sağduyu sahibi insanlar okur ve gelinen bu noktada doğruları öğrenmiş olurlar. nevzat abim gibi bilgelerin daima açıklama yapmaları ve bu açıklamalarının kamu oyuna yansıtılması için tarafsız vede sağduyu sahibi basına ihtiyaç var.bu vesile ile tüm erzurum gazetesi personeline teşekkürler.izmirli dadaş

Yorumu oyla      6      4  
kutlu 1 Ocak 2010 Cuma 17:42

değerli kösoğlu nun yazısı çok güzel.ancak 1-2 ay önce yanlış hatırlamıyorsam,açılımla ilgili daha farklı şeyler söylüyordu.bizi şaşırtmıştı.yani açılımı destekler mahiyette birşeyler söylemişti.şimdi bu yazısını okuyunca ohhh be!! dedim açıkçası.türköne gibi kendini inkar eden milliyetçi geçinenlerin açıklamaları karşısında kösöğlu gibiler daha çok gürlemelidir...selamlar

Yorumu oyla      6      4  
HASAN ŞENGÜL 31 Aralık 2009 Perşembe 21:09

Sayın Kösoğlu'nun verdiği bilgilere ilave olarak şunu söylemek isterim ki, Ali Paş kafası halen hayattadır ve inşallah onların da cenaze namazlarında "İYİ BİLRDİK" diyen çıkmayacaktır. İnşallah!

Yorumu oyla      6      4  
İzzet Ergani 31 Aralık 2009 Perşembe 21:07

Nevzat Bey in yazdıklarına katılıyorum, ancak, bilgisizlikte öyle bir noktaya gelir ki, sizi bir anda vatan haini yapar. İstemeseniz de bu böyledir. Türk'ü etnik kimlik olarak saymak bilgisizliğe en net örnektir. Bilmem anlatabildim mi?

Yorumu oyla      6      4  
feyza 31 Aralık 2009 Perşembe 19:55

bölgemizde siyaset yapan herkes ve toplumsal hassasiyeti olan bütün hemşehriler nevzat kösoğlunu iyi okumalı ve iyi anlamalı diye düşünüyorum.

Yorumu oyla      6      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Şarkî-Anadolu Vilâyâtı'nın Erzurum Kongresi Beyânnâmesi...
Mütâreke'nin (30 Ekim 1918'de Mondros Limânı'nda) akdini müte'âkıb, gittikçe ...
Yaşama Ölçümüz ve Vahiy
İnsan, Tamamen varlığı, dünyaya gelişi ve kemale erişi bütünüyle O’nun ...
Her Düşünce Referans Kaynağı Olabilir mi?
Her ekonomi sisteminin referans aldığı kaynaklar vardır. Beşeri sistemler, ...
 
Mevlânâ, Aydınlatmaya Devam Ediyor
Büyük mutasavvıf ve düşünürümüz Mevlânâ Celâleddin Rûmî (12071273), XIII. ...
İktisadi Referans Kaynaklarımız Ve Birkaç Hakikat
Kuran-ı Kerim, Bütün ahkâmıyla hayatımızı bir düzene koyduğu gibi iktisadi ...
İnsan Âşığı Bir Gönül Eri
İslâm’da insanın en önemli varlık olduğu Allah’ın(cc) kelâmından anlaşılır. ...
 
Beşeri İktisadi Sistemlerin Özellikleri Ve Topluma Yansımaları
İnsanlığa mutluluk ve saadet bahşetmek amacıyla ortaya çıkmış/çıkarılmış ...
Gönül Sahibi Bir Dost Mevlânâ
Gönlün varsa eğer, yürü, gönül sâhibi bir dost ara!”
İktisadi Sistemimiz Ve Buna Bağlı Ölçüler…
Her şey bir ölçüye dayanır ve bir ölçü içerisinde gerçekleştirilir. Bu ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ayhan Kara
Ayhan Kara
Ülkü Ocakları Mektebi ve Yiğido Şarkışla
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Güvenin Verilmeyeni
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Bir başarı Hikayesi: ‘Erzurumspor’
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva