“Dünya ahvalinden ibret alalım. Bizlerden esirgenen haklarımızın geri alınmasına hep beraber, el birliği, kafa birliği ile atılalım. Bilmeliyiz ki haklar verilmez, ancak büyük bir gayret, çalışma ve yorulmak bilmez bir mücadele ile elde edilir”.
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Geçtiğimiz günlerde dünya Papazlarının başı olan 2. Benedikt, mendil büyüklüğündeki ülkeyi ziyaret etti. Hıristiyan dinindeki farklı inançlar olmasına karşın, yapılan bu ziyaret gerçekten önemli idi. Ziyaretin Ortodoks ve Katolik Kiliseleri arasında bilinen çatışmaların yaşandığı bir döneme denk getirilmesi olayın bir başka boyutu oluyordu.
Ortodoks Hıristiyanların adadaki papazların başı Bay 2. Hırisostomos, bu ziyareti fırsata çevirmekte geç kalmadı. Bu güne değin Kıbrıs’ta yaşananları yok sayıp, “Türkiye’yi adada etnik temizlik yapmakla” suçladı. Aynaya bakmadan konuştuğu anlaşılan bay papaz başı suçlamalarını bu kadarla bırakmadı.
Bay 2. Hırisostomos, “Kıbrıs halkı ve kilisesi 1974 yılından beri tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Türkler, ‘sözde medeni’ dünyanın hoşgörüsü sayesinde önce işgal edilen toprakları, sonra bütün Kıbrıs’ı ilhak etmeyi planlıyorlar” diye konuşuyordu. Bu güne değin adada yaşananları bu kadar ters yüz edebilmek için Ortodoks Papazı olmak gerekiyor mu ne…
Papaz başından bir milim olsun geri durmak istemediği anlaşılan mendil büyüklüğündeki ülkenin en önde gideni ise, “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta kültürel ve dini mirası yok ettiğini, 500’den fazla kilise ve anıtı tahrip ettiğini” söylüyordu. Bu söylemlere karşın dünya papazlarının başı, ziyaretinin siyasi bir amaç taşımadığını söylemekle yetinerek değerlendirme yapmaktan kaçındı. Siyasetçilere öykünerek konuştuğu anlaşılan 16. Benedikt, adada adil bir çözüm bulunmasını dilemekle yetindi.
Filistin sorunu ile Kıbrıs uyuşmazlığı aynı yıllarda başlamıştır. Her iki konudaki çözümsüzlüğün devam ettiği biliniyor. Siyasetçilerin Filistin sorununa özel bir önem veriyor olmaları anlaşılır gibi değildir. Bunun ötesinde Kosova’nın uluslararası toplum tarafından tanınması da isteniyor.
Dünyada var olan sorun ve uyuşmazlıkları çözüme kavuşturabilmek için uğraş vermek, büyük ülke olmanın bir gereğidir. Buna karşın bu tür uyuşmazlık ve sorunları iç politikada kullanmak ise doğru değildir. Bu gibi durumların ortalık yere çıkması sonrasında büyüklük de kendiliğinden tartışmalı duruma gelebilir.
Bunun ötesinde de tarafsızlık olgusu ortalık yerden kalkmış olur. Aynı zamanda güven bunalımını da beraberinde getirir. Bu nedenle sorunu ve uyuşmazlıkları çözmeye soyunanların bu hususa gereken özeni göstermeleri kaçınılmazdır.
Kıbrıs’ta çözüme ilişkin olarak başlatılan görüşmelerde, 2010 yılı sona ermeden mutlu sona ulaşılabileceğinin düşleri görülüyor. Toprak sorunu kesin bir sonuca ulaştırılmadan istenilen ve sıklıkla vurgulandığı gibi adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmak olanaksızdır. Bu husus gerçekleşmediği noktada barışı dağların arka yerinde bile bulmak da olası değildir.
Egemenliğin birincil ve vazgeçilmez koşulu, yurttaşların üzerinde yaşayacakları bir toprağının olmasından geçtiği biliniyor. Bu ana koşuldur. Bu koşulun yerine getirilmemesi durumunda, eşitliğin hiçbir değeri ve anlamı da yoktur. Bu nedenle toprak konusunda başlatılan görüşmelerin olumlu sonuçlanmasını bekleme hakkımızı saklı tutuyoruz.
Türk Vakıfları ile Sultan malları ve kişilere ait toprakların tapu kayıtları vardır. Bu durum son derece önemlidir. Gerek görülmesi halinde Vakıf ve Sultan mallarına ilişkin olarak uluslararası hukuka başvurularak görüşün alınmasını gerekli görmekteyiz. Lozan Anlaşması açısından da konuyu değerlendirmek olanaklı olabilir.
Adanın güneyinde bulunan ve halen Rumların işgalinde olan bu mallar konusunda haksızlık yaşanmaktadır. Var olan bu haksızlığın giderilmesinde sayılamayacak kadar yarar olduğunu düşünüyoruz. Siyasetçilerin bu yolu izleyerek toprak konusunda sonuç alabileceklerine de inanıyoruz. İnanmak başarmaktır…
SEVGİ ile kalınız…