Kadınlara meme kanserinde erken tanı eğitimi
Meme kanserinin kadınların psikososyal durumunu ciddi düzeyde etkilediği, psikolojik yardım alınmasının yaşanabilecek depresyonun önüne geçebildiği bildirildi.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu, Onkoloji Hemşireliği Derneği, Erzurum Kalkınma Vakfı (ERVAK) Kadın Kolları, Kanser Tarama ve Eğitim Merkezi'nin (KTEM) ve gönüllülerin işbirliğiyle yürütülen "Kadın kadına, meme kanserinde erken tanı konusunda kadınların eğitimi" adlı proje çalışmaları kapsamında açıklamalarda bulunan Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Perihan Güner, tıptaki olumlu gelişmelere rağmen, kadınlar için meme kanseri hastalığının hala korkutucu, ürkütücü olmaya devam ettiğini bildirdi.
Yrd. Doç. Dr. Güner, "Bütün dünyada her yıl yaklaşık 250 milyon kadına meme kanseri tanısı konmakta ve 40 bin kadın meme kanseri nedeniyle ölmektedir. Görülme sıklığı ülkeler arasında farklılık gösteren meme kanseri, Amerika Birleşik Devletleri'nde her 8 kadından birinde, Avrupa ülkelerinde her 10 kadından birinde, Avustralya'da her 15 kadından birinde ve Japonya'da her 50 kadından birinde görülmektedir. Türkiye'deki durumla ilgili kesin bir istatistik olmamakla birlikte, bu oranın Avrupa ülkeleriyle benzer olduğu söylenebilir. Meme kanserinin görülme sıklığı geçmiş yıllara göre artmış görünmekle birlikte, erken tanı olanakları ve teknolojideki gelişmeler nedeniyle meme kanserine bağlı ölüm oranında artış olmamıştır. Erken tanı ve Tıp bilimindeki gelişmelerle günümüzde meme kanseri olan kadınların yüzde 50'sinin en az 15 yıl, hastalığı yayılmamış, erken evrede yakalanmış hastaların yüzde 95'inden daha fazlasının ise 5 yıl ve üzerinde yaşamaları beklenmektedir" dedi.
Hastalığın, insanın fiziksel sağlığı kadar psikososyal sağlığını da etkilediğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Güner, "Eğer hastanın psikososyal sağlığı iyi değilse, bu fiziksel sağlığını, fiziksel sağlığı iyi değilse bu psikososyal sağlığını da olumsuz olarak etkiler. Yapılan araştırmalarda, psikolojik yardım alan meme kanseri hastalarında, yardım almayan meme kanseri hastalarına göre anksiyete, depresyon gibi duygusal sorunların daha az yaşandığı, hastalık ve tedaviler sonucu ortaya çıkan sorunların düzeldiği, hastalıklarına uyumlarının ve yaşam kalitelerinin daha iyi olduğu saptanmıştır. Bu konuda daha fazla araştırma yapılmasına gereksinim olmakla birlikte, yine araştırmalar hastanın hastalığıyla mücadele etme biçiminin, hastanın yaşam süresini etkilediğini göstermektedir. Hastalığının üzerine giden, hastalığıyla yüzleşen ve onunla mücadele eden, yaşadığı sıkıntıları, sorunları kabul eden ve çözülebilir gören hastaların, hastalığını kabullenemeyen, yüzleşmeyen, sorunların üstüne gitmek yerine kaçan ya da çözümsüz gören kişilerden yaşam sürelerinin daha uzun olduğu ifade edilmektedir" diye konuştu.
HASTALARIN YAKLAŞIK YÜZDE 30'U PSİKİYATRİK YARDIM ALACAK DÜZEYDEDİR
Son yıllarda, toplumda kanser hastalığına yönelik bakış açısının olumlu anlamda değişmeye başlamasına rağmen hala çoğu insan için kanser, "amansız, sinsi hastalık, ağrı acı çekerek ölüm" anlamına geldiğini vurgulayan Güner, "Meme kanseri dahil olmak üzere hastalığa başlangıçta verilen tepkiler benzerdir. Bu nedenle, günümüzde de kanser, insanların psikososyal durumlarını en fazla etkileyen hastalıklardan biri olmaya devam etmektedir" şeklinde konuştu.
Yrd. Doç. Dr. Güner, daha sonra şunları söyledi:
"Meme kanserine ve alınan tedavilerin etkisine bağlı olarak ortaya çıkan psikososyal sorunlara baktığımız zaman, meme kanseri tanısı ve alınan çok çeşitli tedavilerin sonucu kadınlarda, zamanla değişen birçok sorun ortaya çıkar. Bu kadınların çoğu, bu durumla nasıl baş edeceklerini öğrenirken meme kanseri olan hastaların yaklaşık yüzde 30'u psikiyatrik yardım gerektirecek düzeyde, psikososyal sorunları şiddetli bir şekilde yaşar. Hastalık, her an ve beklenmedik bir şekilde karşımıza çıkabilir ve insanın yaşam düzenini alt üst eder. Hastanın mevcut ve geleceğe yönelik planlarını, programlarını, değerlerini, beklentilerini her şeyi etkiler. Evdeki dengeler sarsılır, bozulur. Hastalık nedeniyle, kadın anne, eş, ev hanımlığı ya da çalışan rollerini yerine getiremeyebilir. Sorumluluklarını yerine getiremediği için suçluluk duyar, kendini işe yaramaz hissedebilir. Meme kanseri olan kadın, yaşamını sorgulamaya başlar. O güne kadar yaptıkları, yapamadıkları, pişmanlıkları, sevinçleri bir bir gözünün önünden geçer. Bu nedenle değerleri çok değişebilir. Göğüsler, saçlar ve doğurganlık kadın olmanın en önemli sembolleridir. Meme kanseri ve aldığı tedaviler sonucu bunları kaybeden kadın, bunu 'kadınlığın sonu' olarak algılayabilir. Saçları dökülen, memesini kaybeden, tedavilere bağlı olarak kilo alan kadın, kendisini eksik, yetersiz, çirkin, sakat hissedebilmekte ve artık kadın olarak çekiciliğinin kalmadığını, karşı cins tarafından istenmeyeceğini düşünür. Bu nedenle karşı cinsle ilişkiye girmekten çekinir, cesaret edemez. Bunlar kadının kendisine saygı ve güvenini azaltır. Cinsel sorunlar ortaya çıkar. Bu nedenle bazı kadınlar, eşlerinin kendilerini aldatmasını ya da bırakıp başka biriyle evlenmesini bile normal karşılar ve kendilerinin bunu hak ettiğine inanır. Özellikle genç kadınlarda bu sorun daha ciddi boyutta yaşanmaktadır. Ancak bazı kadınlar, meme, saç ya da doğurganlığın kaybını sorun olarak görmeyip, 'En önemli şey sağlık, bunlar benim için hiç önemli değil' biçiminde bakabilmekte ve buna bağlı olarak herhangi bir sorun yaşanmamaktadır. Şu da bir gerçek ki kadının bu durumdan etkilenme derecesini, kocasının tutumu belirlemektedir. Bu nedenle, bu dönemde eşin desteği ve karısına karşı tutumu bu sorunların ortaya çıkmasında ve hastalığı kabullenmelerinde çok çok önemlidir."
MEME KANSERİ KİŞİLER ARASI İLİŞKİLERİ DE ETKİLİYOR
Meme kanserinin kadınlar üzerindeki diğer bir etkisinin de kişiler arası ilişkiler olduğunu hatırlatan Güner, daha sonra şu bilgileri verdi:
"Hastalık, kadının iş, aile ve sosyal çevresi ile ilişkilerini olumlu ya da olumsuz olarak etkileyebilmektedir. Özellikle bizim kültürümüzde, duygular, düşünceler, istekler, beklentiler açıkça söylenmediği için bu konuda bazı yanlış anlaşılmalar ortaya çıkmakta ve hastanın çevresi çoğu zaman hastaya nasıl davranması gerektiği konusunda tereddüt yaşamaktadır. Meme kanserine bağlı bir dizi duygusal sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Duygusal sorunlar arasında en sık rastlananlar anksiyete, kaygı ve depresyondur. Özellikle tanı öncesi tetkik sonuçlarını beklerken, hastalık sonrası kontroller sırasında, yeni bir tedavi kararı alındığında ve tedavilerin yan etkisi çıktığında ve yapılacak herhangi bir işlem öncesi dönem gibi birçok durumda görülür. Psikolojik semptomlar, sabahları kendini daha kötü hissetme, ağlama, bazen ağlayamama, suçluluk, diğer insanlara yük olduğunu düşünme, ilgi kaybı, zevk alma duygusunun olmaması, konsantrasyon bozukluğu, ajitasyon, huzursuzluk, sosyal çekilme ya da intihar düşünceleridir. Fiziksel semptomlar arasında kilo kaybı, iştahsızlık, uykusuzluk, yorgunluk ve ağrı sayılabilir. Anksiyete ve depresyon, çoğu hastada görülmekle beraber, tedavisi mümkün olduğu için ele alınması çok önemli duygusal sorunlardır. Son olarak da, kanser tedavisi, uzun süreli ve pahalıdır. Tedavi için gerekli maddi kaynağı bulamama, var olan paraları hastanın tedavisi için harcama ve diğer alanlardaki masrafları kısmak zorunda kalma, aile için sorunlar yaratmaktadır. Ayrıca kadının hastalığı nedeniyle erkeğin evdeki rolleri üstlenmesi ve aynı zamanda eşinin tedavi süreciyle ilgilenmek zorunda kalması, erkeğin işini aksatabilmekte, bu durum da ailede gelir kaybına yol açabilmektedir. Ekonomik sorunlar nedeniyle, tedavisini düzenli bir şekilde sürdüremeyen, düzenli kontrollere gidemeyen hastaların sayısı az değildir. Bu durum bazen ailede, kriz oluşturabilmektir. Bu nedenle, hastalıkla mücadelede, hastanın çevresinden alacağı sosyal destek düzeyinin niteliği ve ekonomik durum önem taşımaktadır."
Yrd. Doç. Dr. Güner daha sonra hastalarda psikososyal sorunların ortaya çıkma riski yüksek olanları ise şu şekilde sıraladı:
"Genç hastalar, karamsar, kötümser bakış açısına sahip olanlar, bekar, ayrı yaşayan, dul ya da boşanmış olanlar, 21 yaşın altında çocuğu olanlar, ekonomik sorunu olanlar, hastalığın nedeni olarak kendilerini görenler, sosyal desteği iyi olmayanlar, evlilik ve aile ilişkilerinde sorunu olanlar, stresli yaşam tarzına sahip olanlar, geçmişte alkol ya da madde kullanım öyküsü olanlar, daha önce kanser nedeniyle bir yakınını kaybedenler, geçirilmiş bir psikiyatrik hastalık öyküsü olanlar, baş etme konusunda zayıf olan kişiler."