10 Ocak bizim günümüz…
Çalışan Gazetecilerin…
Toplumun her kesiminden onlarca kutlama mesajı alıyoruz bu gün…
Siyasiler ve STK temsilcileri başta olmak üzere kutlama nezaketi gösteren herkese teşekkür ediyoruz…
Senede bir günün sizin için ayrılıyor olması çok önemli…
Hatırlanıyor olmak…
Gözlerin seni takip ettiğini bilmek…
Ciddiye alınmak…
Değer verilmek…
Hakikaten hoş duygular oluşturuyor insanda…
Özellikle de, her gün iç içe yaşadığımız sorunların başka kesimlerce dillendiriliyor olması…
Dahası, bir takım çözüm önerilerinin meslek dışından birilerince kaleme alınması…
Bu sene de öyle oldu…
Ama…
Bu defa bir farklı durum daha var ki…
Tek kelimeyle süper bir gelişme…
Sayın Başbakan’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e talimat verip, “10 Ocak’a yetişsin” dediği bizi ilgilendiren kanuni bir düzenleme…
İsterseniz bu ne anlama geliyor önce onu izah edelim…
Çalışanların sigorta primleri yüzde 20'den ödenirken, 212 Sayılı Basın Kanunu'na tabi çalışan gazeteciler ile matbaa işçilerinin sigorta primleri, 2098 Sayılı Kanun'a göre yüzde 22'den ödeniyordu.
Bu yüzde ikilik fark, basın çalışanlarına yılda 90 gün ilave hizmet süresi eklenmesini sağlıyordu.
Bu sayede, 20 yıl çalışan gazeteciler, 25 yıllık süreyi tamamlamış sayılarak emekli olabiliyordu.
"Yıpranma payı" olarak adlandırılan uygulama, 1 Ekim 2008'deki yasal düzenlemeyle kaldırıldı.
Olay bu…
İşte şimdi kaldırılan bu kanuni düzenleme yeniden hayata geçiriliyor…
Artık eskiden olduğu gibi yıpranma payımız geçerli olacak…
Buna da şükran…
***
Yaptığımız iş, her yönüyle zorluk derecesi yüksek ve meşaggatli bir uğraş…
Hele bir de bu mesleği sınırlı bir muhitte yapmak zorundaysanız o durumda çok daha zorlanıyorsunuz…
Dar çevre sendromu diyor meslek büyüklerimiz…
Bunun bir başka anlamı “yutkunma mecburiyeti”…
Mesleğimizin en sevimsiz yönü ise, herkes için potansiyel bir tehdit ifade ediyor olmanız…
En yakınınızdaki bile, ikircikli yaklaşıyor size…
Yaptığınız işin risklerle dolu taraflarını görmezden gelip farklı anlamlar yükleyenlere halinizi izah dahi edemiyorsunuz…
Toplum adına bu riskleri üstlendiğinizi, gerektiğinde hayatınızı ortaya koyduğunuzu umursamıyor bile muhataplarınız…
Daha somutlaştıralım isterseniz…
Bulunduğunuz şehirde bir toplum öncüsünü sürekli haberlerinize taşıyıp, çalışmalarını manşet yapsanız…
Hizmetlerini takdirlik diye lanse etseniz ve bunu senelerce devam ettirseniz…
Bir defa teşekküre muhatap olmazsınız…
Tam tersi…
Ola ki bir gün de, yapılmayan bir noktayı dile getirseniz, yahut yapılsın diye bir teklifte bulunsanız, patrona şikayetten tutun da, akla hayale gelmeyecek yaftalara varıncaya kadar dışlanmışlıklarla karşılaşırsınız…
Abartı yok…
Haa, çok net bir şekilde kayda geçelim ki, gazeteci yaptığı haberden dolayı teşekkür filan bekliyor değildir..
Vazifesinin gereğidir onun yaptığı…
Sıkıntı şurada ki…
Teşekkür beklenmeyen yerden sızlanma gelince dertleniyor gazeteci…
Bu en sıradan yaşadığımız haldir…
Daha niceleri var…
Ayyaşından canisine…
Hırsızından arsızına, tinercisine…
Diş bilerler gazeteciye…
***
Durum bu olsa da…
Aşkla, şevkle yapıyoruz mesleğimizi…
Hele bir de, ilkeleri ve ahlaki hassasiyetleri olan bir kurumda çalışıyorsanız…
Her yönüyle lezzet üstüne lezzet tadıyorsunuz…
Akşam da, başınızı yastığa koyduğunuzda, aldığınız manevi haz ile huzurlu bir uyku iklimine yelken açıyorsunuz…
Hasılı, iyi ki gazeteciliği meslek olarak seçenlerdeniz…
Duamız daima büyüklerin terennümü üzeredir…
Yaptığımız mesleki faaliyetler başta olmak üzere hayatın her anını “Hakkı hak bilip hakka ittiba, batılı batıl bilip batıldan içtinap edenlerden olma niyazıyladır…
Bütün meslekdaşlarımızın bu özel gününü bendeniz de bu vesileyle kutluyorum…