ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Judo’da ETÜ farkı
Judo’da ETÜ farkı
Atatürk Üniversitesinde 2 yeni bölüm açılıyor
Atatürk Üniversitesinde 2 yeni bölüm açılıyor
Erzurum’da bağımsız denetim şirketi kuruldu
Erzurum’da bağımsız denetim şirketi kuruldu
ESKİ’den su israfına karşı seferberlik
ESKİ’den su israfına karşı seferberlik
Erzurum çiftçisine makine desteği
Erzurum çiftçisine makine desteği
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
24 Mayıs 2011 Salı - 21:49

Gönlün Şehrayini -I

Abdurrahman TARİKDAROĞLU/Aşk, Peygamberimizle aşka gelmiştir. Neye yorarsan yor; son nokta daima odur. Ne benlik kalır geriye, ne can, ne ten, ne de akıl kalır. Her şey o olur. Aşk damlaları gönle yağmur çiselercesine düşmeye başlar.

Gönlün  Şehrayini -I

Aşk üzerine nice sözler söylenmiş, nice türküler yakılmış, yazılar yazılmıştır. Birçok kişi tarif etmiştir aşkı.
Aşk nedir gerçekten? Belli bir tarifi var mıdır? Üzüm henüz yaratılmamışken insanları sarhoş eden o muydu acep? Binlerce yıl pervaneyi ateşe düşüren, bülbülü şeydalandıran o muydu? Leylaların, Aslıların, Şirinlerin nazı mıydı; Mecnunların, Ferhatların, Keremlerin niyazı mı?
Açıkken gözbebeğimize yerleşen de, yumduğumuzda gönlümüze sığan da aşk mıydı?
                Bana kalırsa aşk Hz. Mevlana’nın ifadeleriyle: ‘Yaşanabilecek en büyük mutluluktur. Aşıklıksa çıkılabilecek en büyük mertebe. Çetin bir sınavdır aşk. Yaşanması yaşanmamasından iyidir.’
                Aşk tarifi olmayan ilahi bir duygudur. Varlığın mayasıdır, özüdür. İlahi aşkın potasından süzülen, düştüğü yeri yakan, yaktıkça daha çok yanma arzusu oluşturan bir şeydir.
               ‘ Duydum ki beni yakacakmışsın… senin olduğun yerde azap yok; senin olmadığın yer de yok.              Aşk, Peygamberimizle aşka gelmiştir. Neye yorarsan yor; son nokta daima odur. Ne benlik kalır geriye, ne can, ne ten, ne de akıl kalır. Her şey o olur. Aşk damlaları gönle yağmur çiselercesine düşmeye başlar.
Evet… Bu damlalar bülbülün gönlüne de düşmüştü. Bülbülün dili on nağme okusa, onu da gül yüzüne. Lâkin güle sorarsan, okunan bir tek nağme! Bülbülün, gül yüzüne okuduğu gül için doyumsuz.
Bülbül her mevsim, gül bir mevsim. Gül bir mevsim açsa da, bülbüle sorsan, kokusu her mevsim. Sevda ateşi işte… Bunlar düştüğü yeri inanılmaz yakıyor ve gönülde aşk yangınları başlıyordu. Ama sevgili için yanmak, acı verdiği kadar mutluluk da verir.
‘Aşk derdiyle hoşem , el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.’   
                                                                                                                                            (Fuzûli)
                Sevgiliden uzak kalmak da güzeldir, dizlerinin dibinde olmak kadar. Ve onunla beraber oturmak, en az sevgiliden ayrı kalmak kadar zordur.
                Âşık olan yakınlık ister, ülfet ister, vuslat ister; yakınlık ise sabır ister, olgunluk ister, tahammül ister âşık olandan.
                Öyle aşk ilişkileri vardır ki, özlem ve uzaklık boyutunda bir aşktır ancak. Uzakta olunca ayrılığa sitem edebilir ve buluşmanın yeterli olacağı düşüncesiyle yaşayabilirsiniz. Ama oraya bir gittiniz mi, gözleriniz açılır. Uzaklık aşkı korumuştur ve uzaklığı ortadan kaldırdığınızda aşkı da ortadan kaldırma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. 
                Hani bir hikâye söylenir durur:
                ‘Yar hasretiyle ciğerleri parça parça olmuş bir âşık, gönlünde onun hayali, gözlerinde yaş, gelip durmuş maşukunun kapısında. Yavaşça çalmış kapıyı beklemeye koyulmuş.
                Gönül bin parçaya, her parça bin hayale bölünmüş, her hayal de binlerce ümide. Âşık perişan, mahzun… ve içerden bir ses:
                -‘Kim o?’
                Kavuşmanın heyecanı, hicranın azabıyla kapı önünde asırlarca beklemekten eşiğe dönen âşık, beklediği sesi duyunca sevinçle haykırmış:
                -‘Ben geldim!’
                İçeriden bütün vuslat hayallerini yerle bir eden sesi duyulmuş sevgilinin:
                -‘Gelen sen isen var git, biraz daha yan da gel!’
                Bu cevap karşısında âşığın düştüğü hâli sizin muhayyilenize bırakıyorum. Âşık oradaki tek engelin kapı olmadığını kesin olarak anlamıştır. Açıldığı vakit sevgilisine kavuşma hayaliyle beklediği kapıdan boynunu büküp ah-u figan eyleyerek dönmek zorunda kalan âşık çöllere vurur kendini. Ayağındaki nalından gönlündeki aşka kadar, kendisinin sandığı her şeyin aslında kendisinin olmadığını anlar ilkin. “Ben” sözünü unutmak için maşukunun ismini söyleye söyleye dolaşırken çölleri, kendisinin bir başkası olduğunu hissetmeye başlar. Önce ayaklarının sevgilinin ayaklarına ne kadar benzediğini fark eder. Sonra gönlünün sevgilinin gönlüne büründüğünü… Kuşların, rüzgârın, ayrılığın, kum tanelerinin, gecenin ve sonunda her şeyin, sevgilisinin adını mırıldanmakta olduğunu seyredince kendi adını unutur, her azasının sevgiliye türküler yakan bir dil olduğunu anlayınca da neyi unuttuğunu hatırlamaz olur.
                Yüzünü yıkamak için eğildiği suda sevgilisini görünce düşer yollara…
                Ayaksız yürüdüğü yollardan geçerek tekrar gelir dostun eşiğine. Elleri göğsünde bağlıyken çalar kapıyı ve içerden bir ses gelir:
                -“Kim o!”
                Önce göz olup seyrederken kapıyı, duyduğu sesle beraber kulak kesilir bütün vücudu. Sonra dil olur seslenir:
                -“Sen geldin….”
                Ve ardına kadar açılır kapılar.
                -“Gel öyleyse, çünkü burası bir kişi daha almaz.
Hasretle doluyum hazanda mevsimler,
Hicranlar bitmiyor yüreği küllenir alevler,
Vuslatım nerede yüreğim ah inler!
Andığım, yandığım, kandığım sensin gülüm.
                Bu aslında maşukun kendisine kavuşmasının hikâyesidir. Âşıkta kendisinden eser kaldığı müddetçe, vuslat mümkün değilse eğer, aralanan kapı arkasında duran, kapıyı çalandan başkası olamaz. ‘Ben’i terk edebilen âşık için değil kapı, aradaki dağlar, denizler bile ayrılık sebebi değildir.
                O, kendisinden soyundukça sevgiliyi giyinmenin hazzını tatmıştır. Zevklerini, isteklerini, ümitlerini hatta yürüyüşünü, bakışını bile sevgilininkilerle takas ederek başlamıştır işe. Kendinde kendisinden eser kalmayıncaya kadar devam etmiştir bu alış gibi görünen veriş. İhsandan doğan aşk diye bahsederler karşılığı olan aşktan ve ihsan bitince aşkın da biteceğini anlatırlar.
                Önce kaş olur, göz olur, sonra yırtılır perdeler âşığın tükendiği demde, âşıktan geriye bir o kalır. Aşk o zaman aşktır. Mecnuna adını sorduklarında Leyla demiş. Aç mısın? Leyla. Nereden geliyorsun? Leyla. Başka bir şey bilmez misin? Yine Leyla, hep Leyla... Marifet can için sevgili aramakta değil, sevgili için can taşımaktadır ve bütün soruların cevabı Leyla olmada, mecnunluk sırrına Leyla kadar ıraktır cümle Kays’lar..
                Mecnun’a deseniz ki: “Gel seninle sohbet edelim!” Başlasanız söze, güllerden çiçeklerden dem vursanız, o hayret içinde kalacak:”Bunlara ne oluyor da Leyla varken başka şeylerden bahsediyorlar” diyecektir.
    ‘ Arzuhal etmeye canan   seni  tenha bulamam,
      Seni tenha bulunca da kendimi asla bulamam.’
                Fuzûli bir sarmaşık diyordu aşk için. Aşk sözcüğü, sözlükte zaten sarmaşık demekmiş. Bir sarmaşık nasıl çınarları servileri sarıp sarmalarsa aşk da öyle sarıp sarmalarmış çınar gibi yiğitleri, selvi boylu dilberleri. Ve her sarmaşık sardığı ağacı kuruturmuş sonunda. Dıştan yemyeşil ve güzel gösterirmiş ama içten içe kurutur, çürütür, çökertirmiş.
                Evvel zamanların birinde iki mecnun varmış. İkisi de deli divane dolaşırmış çöllerde. Fakat bu iş tuhaf gelmiş ahaliye. Leyla bir taneyse neden mecnun iki tane olsun? Muhakkak birinin mecnunluğu sadece dilde. Kadıya müracaat etmişler ve bu işi çözmesini istemişler. “Peki” demiş kadı, “iki mecnunu da çağırın gelsin.” Gelmişler; önce biri girmiş huzura, geçmiş kadı efendinin karşısına. Kadı sormuş:”Sen mecnun musun?”, “Öyle efendim” “Peki Leyla için hemen şimdi bir kolunu feda eder misin?” “Tabii ne demek!! Leyla için canım feda!!” ‘Tamam’ demiş kadı “Sen çık, öteki mecnun gelsin!” Gelmiş ikinci mecnun durmuş huzura. Kadı sormuş ona da:”Sen mecnun musun?” “Öyle efendim” “Hemen şimdi bir kolunu Leyla için feda eder misin?” Mecnun sessiz… Yüzüne bir hüzün çökmüş. Gözlerine yaşlar birikmiş. Yutkunmuş. Ölecek gibi yarım bir nefes almış sessizce. Uzun uzun bakmış koluna ve nihayet söylemiş:”Kıymayın Leyla’mın koluna!” Bu sözün üzerine söylenecek söz var mı? Gözüyle bakamadığın, eliyle tutamadığın, diliyle konuşamadığın, damarlarında dolaşamadığın yar mı?
 
DEVAM EDECEK

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Deriner'in yüzde 93'ü tamamlandı
Devlet Su İşleri (DSİ) 26. Bölge Müdürü Muammer Keleş, Deriner Barajı'nın ...
İngiliz İstihbarat Raporlarında: Fişlenen Türkiye (1917–1919)
Oğuzhan Saygılı/İngiltere, her ne kadar -20. yüzyılda sömürgelerini kaybetse ...
Seçim Günü yasakları açıklandı
Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) seçim yasaklarına ilişkin kararı Resmi Gazete'nin ...
 
‘19 Mayıs 1919 Tarihi Dönüm Noktası’
19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı Ankara'da 19 Mayıs ...
Yusuf ile Züleyha
‘Mal ile malik olam sanma dila dildara/ Zer ile yusufu tartınca neler çekti aziz’
İstihdamda e-süreç
- İstihdamın ve ekonominin önemli bir bölümünü karşılayan Küçük ve Orta ...
 
Menderes rahmetle anıldı
Aydın'da Adanan Menderes Üniversitesi tarafından adını taşıdığı Aydınlı ...
Güzel, Gülen Hocaefendi’yi anlattı
Eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ...
Oy Kullanacak Olanlar Dikkat!
12 Haziran 2011'de yapılacak 24. dönem milletvekili seçimlerine 1 aylık süre kaldı.
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Ayağın Sürünmesi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva