ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Genç son yolculuğuna uğurlandı
Genç son yolculuğuna uğurlandı
Dönemin kaymakamı Şahin o günü anlattı
Dönemin kaymakamı Şahin o günü anlattı
Palan Ekstrem Oltu etabı tamamlandı
Palan Ekstrem Oltu etabı tamamlandı
MSB: 5 asker şehit oldu
MSB: 5 asker şehit oldu
DAGC’den, Bölgesel Kalkınma vurgusu
DAGC’den, Bölgesel Kalkınma vurgusu

Vahdet Nafiz Aksu

Türkiye’nin Yıldızının Parladığı Anlar
21 Kasım 2016 Pazartesi

Geçenlerde kütüphanemi düzenlerken gözüme Stefan Zweig’in "İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar" kitabı ilişti.
Hoşuma giden, biraz da asabımı bozan kitaplardandır.
Hoşuma gider, şiirseldir. Yeni ufuklar açar, bir solukta okunacak güzel bilgiler sunar, sayfalarına misafir gelenlere.
Kitabın, Bizans’ın Fethi bölümü, bir haçlının zihin sancısını, gönül acısını yansıtır.
Fatihi, evet, över, takdirini esirgemez. Lakin yakışıksız, doğru olmayan ithamlarla okurunu zehirlemekten de kaçınmaz.
Asabımı bozan kitaplar arasına girmesi o yüzdendir.
***

Yazara göre, Sultan Mehmed ve Türk Milletinin yıldızının parladığı an, fethin gerçekleştiği andır.
Hazır misafir olmuşken kitaba, işte o bölümden altını çizdiğim satırlara birlikte göz gezdirmeye ne dersiniz?

***

Büyük zaferin ikinci günü öğleden sonra. Mehmet artık kente giriyor. Büyük bir ağırbaşlılık ve gururla muhteşem atına binmiş, yağmacı askerlerinin ganimet için birbirleriyle boğuşmalarına hiç aldırış etmeden yanlarından geçiyor, verdiği söze bağlı kalarak kendisine utku kazandıran askerlerini, ganimet paylaşımı sırasında rahatsız etmek istemiyor.

***
Mehmet'in kendisi herhangi bir kazanç peşinde değildir.

Onun tek bir amacı vardı, o da İstanbul'u ele geçirmekti.
Şimdi bu amacı gerçekleşmiştir.
***
Atını doğruca Bizans'ın parlayan güneşi Ayasofya'ya sürüyor.
Elli günden daha uzun bir süre, çadırında hep bu ulaşılmaz gibi görünen pırıltıya, Ayasofya'nın görkemli kubbesine bakmıştı. Şimdi utku kazanmış bir sultan olarak Ayasofya'nın tunç renkli kapısından içeri girebilecektir.
***
Ancak Mehmet, bir kez daha sabırsızlığını yenmesini biliyor: Bu kiliseyi, İslam'ın bir mabedi olarak sonsuzca yaşaması için Allah’ına adamadan önce, şükran duygusunu dile getirmek için büyük bir alçakgönüllülükle atından iniyor ve alnını yere sürüp dua ediyor.
***
Daha sonra, yerden bir avuç dolusu toprak alıyor ve başının üzerine serperek, kendisinin de ölümlü olduğunu, kazanılan utku ile böbürlenmemesi gerektiğini anımsamak istiyor.
Kulluk borcunu ödedikten sonra Sultan, tekrar ayağa kalkıyor ve Tanrı' nın en sevgili kulu olarak Ayasofya Kilisesi'ne, Justinianus' un kutsal katedraline giriyor.
***
Sultan, büyük bir merakla ve kendinden geçmiş olarak bu eşsiz yapıyı, mermer ve mozaikleriyle pırıl pırıl yanan yüksek kubbelerini, boşluğa doğru uzanan zarif kemerlerini, yeniden yeniden süzüyor.
Bu inanç abidesinin, bu görkemli sarayın kendisine değil, ulu Tanrısına ait olduğunu hissediyor. Hemen bir imam getirtiliyor. Minbere çıkan imam, oradan İslam'ın, yerine getirilmesi gereken koşullarını anlatırken, Padişah da yüzünü Mekke'ye çevirmiş olarak, dünyanın tek hâkimi olan Allah'a, bu Hıristiyan kilisesi içinde ilk namazını kılıyor.
***
Ertesi gün, ustalara Hıristiyan dininin bütün işaretlerini derhal yok etmeleri buyruluyor.
Mihraplar yıkılıyor, üzerlerinde dinsel resimlerin ve azizlerin yer aldığı mozaikler badana ile örtülüyor ve yeryüzünün bütün acılarını kucaklamak istercesine bin yıl boyunca kollarını açmış olan Ayasofya'nın tepesindeki haç, boğuk bir gürültüyle alaşağı ediliyor.

***
Gürültü, kilisenin dışına da taşıyor ve yankılar bırakıyor.
Batı dünyası, bu gürültüyle uykusundan uyanıyor.
Korkunç haber, Roma, Venedik ve Floransa gibi kentlerde, bir anda duyuluyor ve şok etkisi bırakıyor.
Uyarıcı bir gök gürültüsü gibi hızla Fransa'ya ve Almanya'ya ulaşıyor. Dehşete kapılan Avrupa, kayıtsız kalması yüzünden, açık unutulan şu lanet olası kapı, Kerkaporta'dan içeriye giren ve insanlık tarihinin akışını değiştiren yıkıcı bir gücün, yüzyıllar boyunca ellerini ve kollarını bağlayacağını ve hareketsiz bırakacağını anlıyor.

***

Fakat insan yaşamında olduğu gibi tarihte de, kaybolmuş bir ânın yakınıp dövünmekle geri getirilebileceği hiç görülmemiştir.

Bir tek saatin kaybettirdiği şeyi, bin yıl geri getiremez.

***

Yaaa işte böyle…
Gerçekten o an haçlı âleminin yıldızının söndüğü andı.
Bizim medeniyetimizin yıldızının parladığı andı.
Haçlı yüreklerin titrediği andı.
Dünya Müslümanlarının gurur ve sürurla mest olduğu andı.
Ve onlar için kaybolmuş bu anın geri gelmesi gerçi uzun sürdü, ama bin yılı da bulmadı.
***
Sözü nereye getireceğimi merak ediyorsunuz, biliyorum.
Bunda doğrusu ben de zorlanıyorum!
Evet, kitaba tekrar misafir olmam tesadüf eseriydi.
Ama bu bölümü size aktarmaya, Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz'un "İdam geri gelirse, AB müzakeleri durur" tehdidinden sonra karar verdim.
Buna benzer lakırdıları çok işittik.
Sineye çektik.
Sayın Cumhurbaşkanımızın bu küstahlık karşısında çektiği rest fevkalade isabetlidir, yerindedir, milletin hissiyatının ifadesidir.
AB’nin bayrağında yer alan yıldızların yanında, sönük bir yıldız olarak ne işimiz var?
Önce yıldızımızın parlayacağı anı bekleyelim…
“Uyarıcı bir gök gürültüsü” gibi gök kubbeye yeni milli haykırışlar salalım.
Sonra, o kölelik kapısında ne işimiz olur ki…

***

Arkadaşlar, Fatih dedemizin, utku kazanmış bir sultan olarak Ayasofya'nın tunç renkli kapısından içeri girdiği gün, önünde yıllardır iki büklüm temanna ettiğimiz AB kapılarının bize kapandığı gündür, farkında değil misiniz?
****

Stefan Zweig’in kitabı hakkındaki sözleriyle bitirelim yazımızı:
'Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate,  çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara,  bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır.
Ben böyle anları İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım;  çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar.”
Türkiye’nin yıldızının tekrar parlayacağı o kutlu an yakındır, biliyorum.
Erzurum’un da tabi…
 

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
ERZURUM
YAZARLAR
İslamhan Bulutlar
İslamhan Bulutlar
Aydemir’den Sert Uyarı: Siyaset Sokakta Değil, Sandıkta Yapılır
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Hızlı Tren Haritasında Büyük Bir Boşluk: Erzurum
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
Ateş nereden tutuşuyor?
Can Umut Avcıgil
Can Umut Avcıgil
Erzurum’da Tarih Yürüyüşü yahut 3 Temmuz’un Sırrı
Baki Gezmiş
Baki Gezmiş
Yüce kitabımız Gölgesinde
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Sıkıntının Sıkıntısı
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’un Türkiye Yüzyılı Önceliği:

Göçün Önlenmesi
Milletvekili Sayısının Yeniden Yükselmesi
Raylı Sistem
Türk Dünyası Merkezi Konumunu Alması
Tarımsal Sanayi Merkezi Olması
Erzurum İmaj ve Algısının Güncelleştirilmesi
Yeni Stadyum
Erzurum’un Eski Mahallelerine Yeniden Kavuşması
Betonlaşmanın durdurulması
Hepsi


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva