ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Ardahan yolunda feci kaza: 1 ölü, 13 yaralı
Ardahan yolunda feci kaza: 1 ölü, 13 yaralı
Türkiye Arıcılık Haritası güncellendi
Türkiye Arıcılık Haritası güncellendi
Şehit Yüzbaşı Faik Bey'e vefa
Şehit Yüzbaşı Faik Bey'e vefa
Bingöl yolunda otomobil ata çarptı: 1 ölü, 5 yaralı
Bingöl yolunda otomobil ata çarptı: 1 ölü, 5 yaralı
Aşkale Voleybol 2. Ligde
Aşkale Voleybol 2. Ligde
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
22 Aralık 2011 Perşembe - 02:38

Özden: ‘Organ bağışı bir insanlık görevi’

Estetik-etik bakımdan organ nakli ve bağışını değerlendiren Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özden, sağlığın bireysel olarak tek insanı ilgilendirdiği kadar toplumu da ilgilendiren bir konu olduğunu belirterek "Sağlıklı insanların oluşturduğu toplum da sağlıklıdır" dedi.

Özden: ‘Organ bağışı bir insanlık görevi’

ERZURUM (İHA) - Estetik-etik bakımdan organ nakli ve bağışını değerlendiren Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özden, sağlığın bireysel olarak tek insanı ilgilendirdiği kadar toplumu da ilgilendiren bir konu olduğunu belirterek "Sağlıklı insanların oluşturduğu toplum da sağlıklıdır" dedi.
Bir ailenin bir ferdinin hasta olmasının, bütün bir aileyi ve o aileyi tanıyan herkesi rahatsız ettiği gibi, bir tek ferdinin bile hasta olduğu toplumda da rahatsızlığın var sayılabileceğini söyleyen Prof.Dr. Özden, "Dolayısıyla hastalıklı insanların oluşturduğu toplum da hastalıklıdır. Bu bakımdan Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde “Bir vücutta bir organ rahatsız olduğunda, o bedenin bütün organları rahatsız olur” diyerek, toplumda bir kişinin rahatsızlanmasının, o toplumda yaşayan herkesi ilgilendireceğine ve herkesin o kişinin rahatsızlığından etkileneceğine, bundan da o toplumun tamamının rahatsızlık duyacağına işaret etmektedir. Konuya bedensel açıdan yaklaşacak olursak da aynıdır. “İnsanın neresi ağırırsa, canı oradadır” sözü, bedendeki bir organın rahatsızlanmasıyla bütün bedeninin bundan etkileneceğini anlatmaktadır" dedi.
DERDİ VEREN, DERMANINI DA VERİR
Bazı hastalıklar, ilaçla veya belli gıdaları azaltıp arttırmakla, terlemek veya dinlenmekle yahut ameliyatla iyileştirilebileceğine vurgu yapan Prof.Dr. Özden, "Ancak bazı hastalıklar vardır ki ilaçla veya ameliyatla iyileşmesi mümkün değildir. Bu tür hastalıkların da mutlaka bir iyileşme yolu vardır. Çünkü bir atasözümüzde “derdi veren Allah, dermanını da verir” denilerek umarsız hiçbir hastalığın bulunmadığına dikkat çekilmiştir. Sözgelimi karaciğer, böbrek, kalp gibi hayati organlar, bazen işlevlerini yapamaz hale gelebilirler. Bu tür hastalıklar, belli bir süre ilaç tedavisiyle, diyaliz yoluyla, kalp pili takılmasıyla vs. hastaya zaman kazandırsa da bunların iyileşmesi böyle tedavilerle söz konusu olamaz. Bu hastalıkların tek iyileşme ve düzelme yolu, mevcut organın tamamının veya bir bölümünün yeni bir organla değiştirilmesidir. Takdir edilir ki böyle bir tedavi yolu da hem organ bulma yönünden hem de bulunan organın nakli ve yeni bedene uyumu açısından çok zordur" ifadelerini kullandı.
ORGAN NAKLİ
Prof.Dr. Özden, konuyla ilgili şunları söyledi: "Organ nakli, konunun sağlık boyutundan dolayı sadece tıpla ilgili bir problem gibi gözükebilir. Ancak konu insan olunca, kendisine problem alanı olarak insanı seçmiş olan diğer disiplinlerin de bu konuyla ilgilenmeleri kaçınılmazdır. Nakli gerçekleştirenler, kendi alanlarında yeterli eğitimi alıp uzmanlaşmış olan hekimlerdir; ancak toplumun bu konuya hazırlanması ve organ naklinin gerekliliğinin anlatılması gibi aşamaları, sosyal bilimleri ilgilendirmektedir. Organ naklinin tıbbî boyutu kadar felsefî, psikolojik ve elbette ki yukarıda belirttiğimiz gibi sosyolojik, yani toplumsal boyutları da bulunmaktadır. Konu, toplumda sağlıklı bireyler oluşturmak açısından bütün toplumu ilgilendirmekte olup, birimizin derdi hepimizin derdi olarak görülmeli ve organ bekleyenlere temin edilecek olan organların yine kendi toplumumuzdan sağlanabileceği bilinmelidir. Problem, felsefî açıdan ele alınırken de özellikle etik ve estetik bakımlardan incelenmelidir. Ancak konuyu bu boyutuyla ortaya koyabilmek için bazı sorular sormamız, konuyu belirleyebilmemiz açısından önem arz etmektedir:
Gerektiği zaman organ naklinin sağlık açısından kaçınılmaz olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ancak acaba organ nakli hangi durumlarda gereklidir? Organ nakli gerektiği zaman, hastaya uygun olan, yani kan ve doku uyumu sağlanabilecek bir organ bulunabilir mi? İlgili organ, kimlerden ve hangi durumlarda alınabilir? Tıbbi açıdan gerekli olan organ naklinin etik ve estetik temelleri nelerdir? Bunun dinî ve ahlakî boyutları var mıdır? Şüphesiz sorduğumuz bu soruların bir kısmı tamamen tıbbı ilgilendiren teknik sorularken, bir kısmı da yukarıda belirttiğim alanları ilgilendirmektedir.”
İNSAN GÜZEL VARLIK
‘İnsan, hem dinlerde, hem de felsefede dış görünüşü bakımından güzel olan bir varlık olarak kabul edilir.’ diyen Özden şunları kaydetti, “ Gerek Batı felsefelerinde ve gerekse İslâm felsefesinde de durum aynıdır. İlkçağ’ın ünlü filozofu Platon (M.Ö.427-347), güzelliğin Tanrısal bir şey olduğunu ve tüm güzelliklerin ondan kaynaklandığını belirtmektedir. Türk ve İslâm düşüncesinin ünlü siması büyük filozof ve hekim İbni Sinâ (980-1037) da evrenin ve insanın olabilecek en güzel ve uyumlu bir şekilde yaratıldığına işaret etmektedir. Bazı Batılı ve Doğulu düşünürler – sözgelimi mutasavvıf Muhyiddin İbnü’l-Arabî -, evrendeki düzenle insan bedenindeki uyum arasında bağ kurarak “evren büyük insan, insan da küçük evrendir” derlerken, insan bedeninin de evren kadar uyumlu ve birlikli olduğuna işaret etmektedirler.Estetik, bir güzellik bilimi olup, insana aynı açıdan bakmaktadır. İlkçağ felsefesinin önemli filozoflarından Pythagoras, Herakleitos, Sokrates, Platon, Aristoteles, insanın güzel bir varlık olduğunu belirtmekte ve bu güzelliği de insanın iç ve dış organları arasındaki simetri, uyum ve orantılı çalışma birliği ile açıklamaktadırlar. Öyleyse estetik, yalnızca dış görünüşteki düzenlilik ve uyumluluk olarak değil, aynı zamanda iç organlardaki uyumluluğu ve düzenli çalışmayı da içermektedir. Estetik, aynı zamanda içsel güzellik dediğimiz ruh olgunluğunu da ihtiva etmekle beraber, konunun bu boyutu, konumuzla ilgili değildir. Bizi burada ilgilendiren, somut olan iç estetik, yani organlar arası uyumdur. Bu açıdan bakıldığında estetik, sadece görüntü güzelliği değil, organların sağlıklı ve düzenli çalışması anlamına da gelmektedir. Ancak bazen, bu kadar uyumlu çalışan bedendeki organlar arasında denge ve uyum bozulmakta; uyum, uyumsuzluğa dönüşmektedir. Organlar arasındaki uyumsuzluk, bedende önce rahatsızlıklara yol açmakta, uyumsuzluk ileri boyutlara ulaştığında da hastalıklara dönüşmektedir. Hiç şüphe yok ki hastalıkların çok değişik sebepleri vardır; ancak tıbbi sebepler her ne olursa olsun ortada bir gerçek vardır ki o da hastalığın, bedenin uyumunu bozduğudur.Öyleyse öncelikle yapılması gereken, bu uyumun bozulmamasını sağlamaktır. Bunda bireye, topluma, teknolojiye ve tıbba büyük görevler düşmektedir.”
KORUYUCU HEKİMLİK
Tıbbın vücut sağlığını korumaya yönelik alanına hıfzısıhha yani koruyucu hekimlik denildiğini, hastalanıp da çeşitli yöntemlerle tedavi olmaktansa, sağlığı koruyup, bedenin doğal haliyle ayakta kalmasını sağlamanın, her birimizin görevi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Özden şöyle dedi, “ Tıp, koruyucu hekimlikle bu konuda insanlara gerekli yol göstericiliği yapmaktadır. Çünkü beden sağlığı, her bakımdan önemlidir. Tıpta böyle olduğu gibi, hukuk, ahlak, din ve sanat da dahil, insanla ilgilenen her alanda durum bundan ibarettir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman bir şiirinde;
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”
diyerek, sağlığın her şeyden önemli olduğunu belirtmektedir. Ancak bütün tedbirlere rağmen yine de hastalık ortaya çıkıyorsa, artık tek çözüm yolu tıbbi tedavidir. Tabipler, hastalığın sebeplerini araştırarak gerekli tedavi yöntemlerini uygulayıp hastayı eski haline getirmeye gayret ederler. Ancak tababetin bütün gelişmişliğine rağmen ilaç vs. gibi yardımcı unsurlara, cerrahi müdahaleye veya ruhsal problem ise psikolojik ve psikiyatrik yöntemlere rağmen tedavi edilemeyen hastalıklar bulunmaktadır. Çünkü kimi hastalıklar var ki artık bir organ işlevini göremez duruma gelmekte ve bedenin organları arasındaki uyum bozulmaktadır. Uyumsuz çalışan bir bedende ise bir takım işlevlerin yerine getirilememesinden kaynaklanan problemler baş göstermektedir. Bu bakımdan vücudun ana unsurlarından işlevini yerine getiremeyen organ veya dokuların yerine, onun yerini tutması beklenen yeni, fakat aynı işlevi görebilecek başkasına ait bir organ veya dokunun nakledilmesi gerekmektedir. “
ORGAN NAKLİ
 Konuşmasında organ nakli konusuna vurgu yapan Prof. Dr. Özden, “ Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan bir yenisi ve sağlamı ile değiştirilebilmesi işlemine ‘Organ Nakli’ veya ‘Organ Transplantasyonu’ denilir. Organ naklinin yapılabilmesi için, hastadaki organın artık iş yapamaz derecede harabiyete uğramış olması, canlıdan böbrek nakli veya ölüden alınan organla hasta insanın kan ve dokularının uyum sağlaması ve organ bağışı belgesi veya kendisinden organ alınacak ölü insanın birinci dereceden yakınlarının izninin olması gerekmektedir. Organ veya doku naklinde ya yapay dokular -örneğin diz kapağı nakli, kalp kapakçığı, protez bacak nakli vs.- kullanılarak nakil gerçekleştirilir; ya kalp kapakçığı naklinde olduğu gibi bir hayvandan yararlanılır; veya böbrek naklinde olduğu gibi canlı bir insandan daha çok birinci derecedeki yakınında kullanılmak için böbrek alınır yahut ölmek üzere olan bir insanın -böbrek dahil- organlarından yararlanılır ki bizi ilgilendiren konu da bu son iki durumdur. Öyleyse organ naklinin gerçekleşmesi için, ilgili organın bağışlanması gerekmektedir. Organ bağışı, bir insanın “ölümünden sonra organlarının başka bir insan için kullanılmasına izin vermesidir.” Böylece hasta bir insandaki bir organın işlemez hale gelmesiyle bozulan bedenin uyumluluğu ve organlar arasındaki simetri tekrar eski haline getirilerek vücut estetiği korunmuş olur. Bedenin sağlıklı çalışabilmesi için, bu iç uyumun yani iç estetiğin bozulmaması gerekmektedir.”dedi.
ORGAN NAKLİNİN ETİK BOYUTU
Tıbbın görevinin daha ziyade maddi olduğunu belirten Özden, “ Organ bulunduğunda, nakli gerçekleştirecek olan ekip tarafından gerekli incelemeler yapılır ve uyum sağlanmışsa, tam donanımlı bir hastanede yapılan operasyonla bu organ nakledilir; ameliyat sonrası gerekli takip yapılır; vücut yeni durumuna uyum sağlarsa hasta hayata döndürülmüş olur. Operasyon ekibi, görevini yapmanın huzuru içinde mutluluk duyar. Oysa hem hastayı hem de sağlık ekibini mutluluğa götüren süreç öyle kısa ve kolay değildir. Bu mutluluğu getiren veya getirecek olan tıbbi ve düşünsel hazırlık aşamalarının olumlu sonuçları gerçekleşmeden bu mutluluğa ulaşılamaz.”vurgusunu yaptı.
ORGAN NAKLİ VE İSLAM DİNİ
Organ naklinin dini boyutunu ele alan Özden şunları belirtti, “Organ nakli konusunda en çok merak edilen ve ilk akla gelen hususlardan biri, dinimizin bu konudaki tutumunun ne olduğudur. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, organ naklinin teknik ve tıbbî bir konu olmasından dolayı konunun dinle doğrudan bir ilgisinin bulunmadığıdır; dinimizin asıl kaynaklarında bu konuyla ilgili açık bir hüküm bulmak mümkün değildir. Hastalıklar konusunda İslam dininin tavrı, hastalığın tıpla ilgili bir konu olduğunu kabul etmekten ibarettir. Din ile tıbbî tedavinin doğrudan bir ilgisi yoktur; dinî inanç, hastaya oldukça önemli bir psikolojik destek sağlar. Hastalığın tedavisi, tıp bilimi tahsil etmiş hekimler tarafından ilaçla veya cerrahî müdahalelerle yapılır. Yapılan cerrahî müdahaleler hastalıklı organın onarılarak iyileştirilmesine yöneliktir. Ancak organ, olduğu haliyle onarılamaz ve iş yapamaz hale gelmişse, yapılacak tek iş, eğer mümkünse organ naklidir. Organ değiştirilmediği takdirde hasta, ya yıllarca ıstırap çekecek veya ölecektir. Organın bir kısmı veya tamamı değiştirildiğinde hasta iyileşecekse, bu konuda dinin ve dinî kurumların tavrının olumlu olması beklenir. Konu tıpla ve insan sağlığıyla ilgili olduğuna, dinde de insan sağlığına çok büyük önem verildiğine göre, dinî tutum ve tavrın da genel olarak tıbba ait bir işin yine tıbba bırakılması, dinî kurumların yaklaşımının ise tıbba yardımcı olma ve organ naklinin teşvik edilmesi yönünde olması gerekmektedir. Nasıl ki kan kaybı olan bir yaralıya, aynı kan grubundan olmak ve herhangi bir bulaşıcı hastalık riski taşımamak kaydıyla sağlıklı bir insandan kan nakli yapılıyorsa ve dinî kurumlar buna müsaade ediyorsa, organ nakli de aynı kategoride değerlendirilmelidir.”
ÖNCE SAĞLIK
Konunun dinle olan bağının, dinde asıl olanın sağlığı korumak olduğu noktasından kurulabileceğini ifade eden Prof. Dr. Özden şöyle dedi, “ Sözgelimi Kuran’da “Kim bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibi olur" buyrulurken, Peygamberimiz de bir hadisinde “hastalanmadan önce sağlığın değerini bilin” diyerek insan sağlığını öncelikli korunacaklar arasında göstermektedir. İslam dini, insana değer veren bir dindir. Sağlıklı bir toplumun oluşması, sağlıklı bireylerin bulunmasına bağlıdır. İnsan sağlığının bozulması durumunda da onun tıbben tedavi edilmesi gerektiği, dinimizin öncelikleri arasındadır. Tarihe bakıldığında Türk-İslam medeniyetinde hastanelere özel önem verildiği ve erken dönemlerde önemli hastaneler inşa edildiği, hatta insan sağlığına verilen önemden dolayı Büyük Selçuklu Devleti’nin savaşlarda hem yaralılara, hem de normal hastalara hizmet sunmak üzere sahra hastaneleri kurdukları bilinmektedir. Organ nakli ve bağışı da aynı çerçevede değerlendirilmeli ve bunun gerekliliği, dinî kurumlarca da onaylanmalıdır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı, organ naklinin dinî bakımdan hiçbir sakıncası olmadığını belirtmektedir. İkinci bir husus, organ bağışlayacak kişinin durumudur. İşte konunun ahlakî olan tarafı da burasıdır. Sağlıklı bir insanın veya sağlığını yitirmek üzere olan bir insanın yakınlarının özgür iradeleriyle ve başkalarının geleceğini düşünerek verdikleri bir karar ve bu kararın sonucu olan bir eylem vardır burada. Bir kere hiçbir zorunluluk ve baskı söz konusu değildir. Yani organ bağışında bulunan kişi hiçbir baskı altında kalmadan iki seçenekten birini tercih etmek durumundadır; ya bir organını bağışlayacak veya bağışlamayacaktır. Bu iki seçenekten hangisini tercih ederse etsin, bunu tamamen kendi isteğiyle gerçekleştirmektedir. Her ahlakî eylem, ya mutluluk kazanmak (eudaimonizm) veya haz almak (hedonizm) için yapılır.”
MUTLULUK KAZANMAK VEYA HEDONİZM
 
Konuyu her iki yaklaşım açısından da değerlendirmeye çalışan Özden, “Hedonist ahlak anlayışı dediğimiz ahlakî eylemlerde haz iyi, acı kötüdür. Organ bağışı gibi bir konu, bireysel hazzın dikkate alındığı bu anlayış içerisinde ele alınabilir mi? Çünkü bu anlayışa göre organ bağışında bulunan kişi, kendisi ölü bile olsa bedeninin incinmemesini isteyebilecektir; hedonizmde asıl olan, acıdan kaçmaktır. Diğer taraftan organ bağışında bulunan insanın yakınları da ölen yakınlarının cesedinin ıstırap çekmesinden yana olmayabilirler. Kaba bir hedonizm açısından olaya bakacak olursak, ölüm anında bile olsa organ bağışı yapmak, acı vereceği için kötüdür. Oysa hedonizmin ünlü temsilcisi Epiküros’a göre önemli olan acı karşısında kayıtsız kalmak değil, bu acıyı yenebilmektir. Asıl erdemlilik budur. Erdem, korku ve acıları yenmeyi öğretir, kalıcı hazların kapılarını açar. Erdem, yani bilgelik, bir hazzın gelecekte acıya mı, yoksa hazza mı veya şu anki bir acının gelecekte hazza mı, yoksa acıya mı yol açacağını bilmek demektir. Ölen bir insan, bu acıyı veya hazzı hissedebilir mi ki yaptığı işin gelecekte yol açabileceği durumu algılayabilsin? Epikuros’un bu konudaki tavrı, hayattayken ölüm korkusunu yenmekle açıklanabilir. Ona göre “biz yaşarken ölüm yoktur, ölüm geldiğinde de biz artık yaşamda değilizdir.” Öyleyse her ne kadar her haz iyi ve her acı kötü ise de her ikisinin de gelecekteki durumuna bakmalı ve ona göre karar verilmelidir. İnsan, yaşarken yaptığı organ bağışının, ölüm anında yapılacak ameliyat sırasında hissetmeyeceği acıların kendisini rahatsız etmesini önleyebilir ve hatta bunu, ‘nasılsa ölüm anında artık yaşamadığıma göre organın benden alınmasında acı hissedemem’ diyerek haz almaya bile çevirebilir. Konuyu böbrek nakli açısından düşündüğümüzde, canlı bir insanın kendi kararıyla bir böbreğini bir yakınına veya herhangi bir insana vermesi de hem bu hastanın acılarının hem de kendisinin nakil esnasında çektiği acıların gelecekte ortadan kalkıp hazza dönüşeceğini bilmesi açısından organ bağışlayana haz verici bir durumdur; dolayısıyla bu da bir erdemliliktir. Kendisine organ nakli yapılacak kişi açısından da Epikuroscu hedonist yaklaşımı değerlendirebiliriz. Kendisine organ nakli yapılacak kişi, hastalığından dolayı acı çekmektedir. Yapılacak organ nakli de pek kolay olmayıp yeni acılar ortaya çıkarabilir. Oysa şu anki şiddetli bir acı, gelecekte sağlıklı bir hayatın başlangıcı ve sıkıntılardan kurtulmanın ilk adımı olacağından dolayı hasta, kalıcı hazza ulaşmak için her türlü acıya katlanmalıdır. Öyleyse konuya hasta açısından bakıldığında da çekilen acıların sonu, sağlıklı bir hayat elde edileceği için, hazdır.
Diğer ahlak anlayışı olan eudaimonist ahlak anlayışı açısından konuya bakacak olursak şu değerlendirmeleri yapabiliriz: Bu tür ahlakta iyi ve kötünün ölçüsü haz ve acı değil, mutluluktur. Bu öğreti, insanın bütün yapıp etmelerinin amacının mutlu olmakta yattığını kabul etmektedir. İnsan, kendisine veya başkasına fayda veren bir eylemi gerçekleştirdiğinde mutlu olur. Bu başkası, bir canlı varlık olabileceği gibi, çevre ve tabiat da olabilir. Ancak bizi burada ilgilendiren, insana yönelik fayda ve mutluluktur. Mutluluk konusunu da organ nakli açısından değerlendirdiğimizde ikisini kısmen yukarıda açıkladığımız üç asli taraf karşımıza çıkmaktadır: Biri kendisine organ nakli yapılacak kişi, diğeri organı bağışlayacak ve kendisinden organ alınacak olan kişi, üçüncüsü de bu nakli gerçekleştirecek olan tabip ve operasyon ekibi. Bu nakille ilgilenen ikinci derecede insanlar da vardır. Bunlar da hastanın ve bağış yapanın yakınlarıdır.” dedi.
ÖZDEN’İN TESPİTLERİ
Bildirisinde konuyu teker teker analiz etmeye çalışan Özden şu tespitlerde bulundu: “ Aslî taraflardan biri olan hasta, ihtiyacı olan ve onu hayata döndürecek olan organın bulunması için sürekli olarak umutla beklemektedir. Bir atasözümüzde “deveyi hamut, insanı umut yaşatır” denildiği gibi, hastayı hayata bağlayan, beklediği organın bir gün bulunacağı ümididir. Böyle bir insana, ‘organ nakli yaptırmak dinî açıdan sakıncalıdır’ demek bu insanın bütün ümitlerini yok etmekten başka ne işe yarayabilir. Bu insana yapılabilecek en iyi yardım, bir taraftan organ ararken bir taraftan da organın her an bulunabileceği ümidini aşılamaktır; doyasıya ve istediği gibi serbestçe yaşayamadığı hayatını bir gün yaşayabileceği ümidini sürekli canlı tutmaktır. Hastada zaten bu ümit vardır. Yapılması gereken, bu ümidi yok etmemektir. Organ bulunduğu anda çekilen acılar ve sıkıntıların unutulup mutluluğa dönüşeceğini hatırlatmaktır. Bu mutlulukta aynı zamanda bugüne kadar işe yaramadığı, kendisine ve başkasına fayda sağlamayan bedeninin faydalı hale gelmesi ve hayata yeniden bağlanma ümidi de vardır. Taraflardan ikincisi olan organ bağışında bulunacak kişi, -burada böbrek bağışında bulunan bir kişiden söz ediyorum- daha başlangıçta bir acıya katlanmayı, iki böbreğinden birini bu acılarla kaybetmeyi kabul etmektedir; organ bekleyen kişiyle aynı acıyı paylaşmaya hazırdır. Nasıl ki, hedonist ahlakta sonunda acıya dönmeyen hiçbir aşırı haz bulunmuyorsa, eudaimonist ahlak anlayışında da, canlı bir organını verirken çekilen acı, bir başkasına hayat vermesinden ötürü mutluluğa dönüşmektedir. Hasta da mevcut acılarına yenisini ekleyip, çeşitli operasyonlar, yeni organa uyum sağlama aşamaları vs. sonunda, tüm bu acıları mutluluğa döndüğü için sevinmektedir. Eudaimonist ahlak temeline yerleştirdiğimiz organ bağışında acı, sevince ve mutluluğa dönüşmektedir.”
ORGAN BAĞIŞI VEYA BAŞKALARINI DÜŞÜNMEK
Bağışta bulunan kişinin kendisinde bulunan sağlıklı hayatın, başkasında da bulunmasını isteyerek bir diğerkâmlık örneği verdiğini ve başkası için acılara katlanarak ve gerçek bir insanlık sergilediğini aktaran Özden sunumuna şöyle devam etti, “ Ahlak felsefesinde buna ‘altruist ahlak anlayışı’ denilmektedir; yani egoizmden (bencilik) kurtulup özgeci bir tavır takınarak, kendisi kadar, hatta kendisinden çok başkasını düşünen ahlak anlayışıdır altruist ahlak. Bağışı yapan kişi, kendi isteği ve seçimiyle ameliyat riski almakta, bu riske girerek başka bir insanın hayatını kurtarmakta ve onun yeniden hayata dönmesine vesile olmaktadır. İşte gerçek erdemlilik, budur; bu durum, acının hazza dönüştüğü bir mutluluktan ve erdemlilikten başka ne ile izah edilebilir. Organ bağışında, daha önce de belirttiğimiz gibi canlı bir insandan yapılan nakilden başka iki bağış şekli daha bulunmaktadır. Organ bağışı ve naklinin en fazla gerçekleştirildiği ve üzerinde en fazla tartışılan konu da bu bağış ve nakil şekilleridir. Biri, kişinin organ bağışını kendi ölümüne bağlaması; diğeri de herhangi bir kaza veya uzun süreli rahatsızlıklar sonunda beyin ölümünün gerçekleşmesi durumunda yakınlarının izniyle organların bağışlanıp nakledilmesi. Bu iki durum da yukarıdakinden farklı ve daha kolay olan bir durum olmasına rağmen, çoğu insan, ölüye saygı duyulması noktasından hareketle bunun yanlış bir tutum olduğunu savunmaktadır. Ölen insana elbette saygı duyulmalıdır; ancak ölen bir insanın bazı organlarının, yaşama ümidi ve şansı olanlara nakledilerek onları hayata döndürmek hem ölen insanın bir kısım organlarının yaşamaya devam etmesini sağlayarak ölüye saygıdır, hem de sıkıntılar içinde yaşayan bir insanı sağlıklı bir hayata döndürmekten dolayı, yaşayan insana saygıdır. Ölüden organ naklinde, ölen insana bir saygısızlık söz konusu olmadığı gibi, üstelik sağlığını kazanan insanın kendisine hayat veren insana, yaşamı boyunca minnettar kalıp onu minnetle anması ve ona hep saygı duyulması sağlanmaktadır. Çünkü bedenin bütünü, toprak altında çürüyerek zaten toprağa karışacaktır. Organ nakli, bir kısım organların çürümeye terk edilmesi yerine başka insanların yaşamasına vesile olmaktan başka bir şey değildir. Toprağa terk edilecek organlarla bir hayat kurtarmak, bu organların çürüyüp yok olmasından daha kıymetli olsa gerektir. Kaldı ki her zaman “iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırma”yı denemeliyiz. Organ bekleyen kişinin kendimiz olabileceğini de düşünerek bu konuda yargıda bulunmalıyız."
ORGAN BAĞIŞINDA AHLAKİ ÇERÇEVEYE GİREN BİR BAŞKA HUSUS
Özden, “Organ bağışında ahlakî çerçeveye giren bir başka husus da bağışı yapan kişinin, yaptığı işi bir insanlık görevi olarak yapmasıdır. Organ bağışı yapan kişi, böyle önemli ve ulvî bir işi maddî çıkar sağlamak için kullanmayı düşünmemeli, bir gün aynı duruma düşebileceğini düşünerek bu yardımı karşılıksız olarak yapmaya gayret etmelidir. Zaten sıkıntıda olan, ümitsizlik içinde kıvranan hasta ve yakınlarını, bağışladığı organın maddî bir değeri olduğunu hatırlatarak ikinci bir sıkıntıya sokmak etik açıdan iyi bir davranış olmasa gerektir. Yapılan iyilikler manevî bir hazla yapılmalı, onun vereceği mutluluk maddî hiçbir karşılıkla değiştirilmemelidir. Konuya bu açıdan yaklaşılmaması, organ mafyalarının oluşmasına adeta davetiye çıkarmak olabilir. İnsanları para vaadiyle aldatarak bir veya birkaç organını izinsiz bir şekilde veya zorla alıp, organ bekleyen hastalara satmanın insanlıkla ve iyilikle hiçbir ilgisi olmayıp, böyle bir eylem hem kanunsuzluk, hem de ahlaksızlıktır. Çünkü burada bir hastaya yardım etmekten çok, organ vermek isteyen sağlıklı bir insanı ve büyük paralar karşılığında bu organı satın alan hasta veya yakınlarını aldatarak çıkar elde etmekten başka hiçbir duygu bulunmamaktadır. Yardımseverlik duygusu başka duygulara yerini bırakmamalıdır.
Taraflardan üçüncüsü de operasyonu yapan sağlık ekibidir. Nakli gerçekleştiren ekip hastayı hayata döndürmenin hem hazzını hem de mutluluğunu yaşamayı en çok hak edenlerdir. Yaptıkları tabiplik yemininin bir gereği olarak, maddî kaygıları bir kenara bırakıp, tüm tecrübe ve birikimlerini ortaya koyan hekimler ve sağlık ekibi, hem iyileşmeyi bekleyen hastayı hayata döndürmenin, hem onun yakınlarının ümitlerini söndürmemenin, hem de bağışı yapan kişinin kendisinin, ölüden alınmışsa yakınlarının, başka bir insana verdiği hayattan dolayı mutlu olmalarını sağlamanın zevk ve mutluluğunu tatmaktadır. Böyle bir tıbbî etkinlik, aynı zamanda hekimin, yardıma muhtaç olanlara, gerektiği şekilde yardım etme anlayışının somutlaşmış bir şekli olan tıp etiğinin bir yansıması olarak da görülebilir. Ekip aynı zamanda dünya kamuoyuna, ülkemizin bu alanda ulaştığı seviyeyi göstermenin mutluluğunu da yaşamaktadır.” kaydını düştü.
ORGAN BAĞIŞI BİR İNSANLIK GÖREVİDİR
Sunumunun son bölümünde organ bağışının bir insanlık grevi olduğunu anlatan Özden, bildirisini şu ifadelerle tamamladı, “Tüm bunlardan sonra belirtmek gerekir ki organ bağışı yapmak, iyi bir davranıştır ve bir insanlık görevidir. Organ bağışlamayı, acıma duygularıyla değil, sevgi, merhamet, yardımlaşma ve iyilik duygularıyla yapılan bir hayat bağışlama, bir hayat kurtarma ve insanlık adına ahlakî bir görev olarak görmeli, çeşitli zamanlarda başlatılan organ bağışı kampanyalarında öncelikle konunun önemi yeterince anlatılara toplumumuza mal edilmesi sağlanmalı, bu konuda kurumlar arası işbirliği yapılmalı, sağlıklı bir toplumun sağlıklı bireylerden oluşabileceği gerçeğinden hareketle organ bağışı teşvik edilmelidir. Türk milleti de zaten karakterinde bulunan iyilik ve yardımseverlik duygularıyla organ bağışı konusunda yeterince hassas davranabilecek bir yapıya sahiptir.
Milletimiz, özgeci bir ahlak yapısına sahiptir. Yani sadece kendi mutluluğunu, kendi zenginliğini, kendi çıkarlarını düşünmeyen, başkalarının mutluluğunu ve menfaatlerini de düşünen bir ahlaki yapımız vardır. Biz, tarih boyunca hep, birbirinin derdiyle dertlenen, üzüntüsüyle üzülen, kederiyle kederlenen, sevinciyle sevinen bir toplumsal ahlak ortaya koymuş bir milletiz. Ahilikte nasıl dükkân açacak gence bütün esnaf yardım edip ona takım, tezgâh dizerek dükkânının açılmasına yardımcı olunmuşsa; deprem, savaş yangın, sel gibi felaket zamanlarında tek vücut olup yaralar sarılmışsa, organ bekleyenler konusunda da aynı özgeci tavırla hareket edilmelidir. Bizler rahat ve sıkıntısız bir şekilde hayatımızı yaşarken, organlarındaki yetersizlikten dolayı ıstırap içinde kıvrananları da düşünmeli ve onların yerine kendimizi koyarak düşünmeliyiz. Başkasının derdini kendi derdimiz gibi bilip, onun mutlu olmasında pay sahibi olabilecek âlicenaplığı ve yüce gönüllülüğü gösterebilmeli ve yüksek bir ahlak yapısına sahip olduğumuzu dosta düşmana bir kez daha gösterebilmeliyiz."

 
30 yatırıma teşvik
 
Erdoğan: ‘İlişkilere zarar verecek’
YORUMLAR
 Onay bekleyen 1 yorum var.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Kur’an Kursları Diyanet’te buluşuyor
Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’de hafızlık eğitimi veren 100 Kur’an ...
‘İnkar yasası Fransa'nın elinde patlar’
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi ...
“Din dili propagandaya başvuramaz”
Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ...
 
Nihayet doğru yol bulundu
Kredi kartına sınırlama Kredi kartında tek limitinin, yıllık gelirin yüzde ...
Akdağ ilaç olayını değerlendirdi
Sağlık Bakanı Akdağ, ilaçların tek tek satılmasına ilişkin olarak, "Türkiye ...
"Ermenistan iç soykırım gerçekleştiriyor"
Ermeni kökenli Fransız sanatçı ve Ermenistan'ın İsviçre Büyükelçisi Charles ...
 
Brüksel’de AB’ye Dadaşça Bakış -3
M.AKDAĞ-4 gün süren Belçika gezisi sathi boyutta da olsa AB sürecinde ...
Brüksel’de AB’ye Dadaşça Bakış-2
MAHMUT AKDAĞ-Türkiye AB sürecinde hangi noktada? Bugüne dek sergilenen ...
Brüksel’de AB’ye Dadaşça Bakış-1
MAHMUT AKDAĞ-ERZURUM GAZETESİ-Avrupa Birliği Delegasyonu tarafından, “Yerel ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ayhan Kara
Ayhan Kara
Ülkü Ocakları Mektebi ve Yiğido Şarkışla
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Güvenin Verilmeyeni
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Bir başarı Hikayesi: ‘Erzurumspor’
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva