Kıbrıs’ta çözümle birlikte barışa ulaşabilme adına son viraja giriliyor. Hangi son viraj diye sormanın yersiz ve anlamsız olduğunu vurgulamak istiyoruz. Yoldaşlara ve hınk deyicilerine göre son viraja giriliyor. Ancak burada bir husus dikkatimizi çekiyor.
Karşılıklı olarak yapılan açıklamalardan şu sonucu da çıkarabiliriz. Yoldaşlardan birisi bir an önce gerdeğe girip, kendince mutlu sona ulaşacağının öngörüsünde. Diğerinde ise böyle bir niyet ve isteğin olmadığı görülüyor. Bu Yoldaş efendi, horoz gibi ortalık yerde dolaşmayı yeğliyor.
Yaşanan bu gelişmelerden habersiz olması olanaksız olan İspanya’daki elPerio’dico gazetesi, Türkiye’nin bölgesinde önemli arabuluculuk görevini yürüttüğünü yazıyor. Bu görüşmeler sırasında “Kıbrıs sorununun üzerinde fazla durulmadığını” yazıyor.
İspanya Gazetesi “Türkiye’nin AB’ne giden yolda, iki yıldır engel gibi düşünülen durum, şimdi çözüm yolunda. Bu nedenle de basın tarafından unutuldu” vurgusunu yapıyor.
Kıbrıs sorunu =ki onlara göre= siyasetçilerin marifeti ile unutturuldu. Özellikle unutturulduğu AB Haber’de 3 yıl önce yer almıştı.
Çözüme gidildiğinin türküsü çığrılırken, Adadan feryatların yükselmekte olduğunu belirtmek durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığı; Barış ve Çözüm uğruna ortadan kaldırılmak istendiğinin feryatlarına kulaklar tıkanıyor.
Annan’ın Belgesi ile %65 oranında evet denildiğinin havası basılarak şu andaki durumun ne olduğu konusundaki bilgiler özellikle gizleniyor. Son yapılan kamuoyu araştırmaları, Kıbrıs Türklerinin, sınırları güvence altına alınmış iki devletli bir yapıdan yana olduğunu göstermektedir.
Bu çoğunluk=%60= Türkiye’nin de etkin garantisinin devamından yana olduğunu da vurguluyor. Şu anda ki çözüm isteğinin “Kıbrıslı Rum lider Dimitris Hristofyas’ın Türkleri azınlık konumuna taşıma isteğinin ötesinde bir anlam içermediği” feryadı yükseliyor.
Ulusal bir dava olarak kabul edilen Kıbrıs sorununa, gelinen bu aşamada TBMM tarafından el konması da isteniyor. Bu konuda zamanın henüz bitmediğini düşünüyoruz. Yüce Türk ulusunun temsilcilerinin bu feryada kulaklarını tıkamayacaklarını da düşünmek istiyoruz.
Bunlar yaşanırken Milli Güvenlik Kurulu, geçtiğimiz günlerde beş yıl aradan sonra İstanbul’da toplandı. Toplantı sonrasında yapılan açıklamada, “Kafkas’lardaki silahlı çatışmanın sona erdirilmesi için yapılan girişimlerin ve Kıbrıs sorununda çözümün temel unsurlarının ayrıntılı olarak ele alındığı kaydedildiği belirtiliyor.
Kafkaslarda yaşananların; doğal olarak Türkiye’yi etkilememesi için çabaların sürdürülmesi gerekiyor. İçeriği doldurulmamış önerilerle nasıl bir çözüme ulaşılacağı da ayrı bir değerlendirme konusudur.
Burada yaşamsal önemde olan Kıbrıs sorununun, daha önce belirlenmiş olan kırmızı çizgilerin, bir kez daha vurgulanması ve bunun ötesinde kesin bir duruşun gösterilmesidir.
Geçtiğimiz günlerde insanı çileden çıkaracak olan bir haber yer aldı. Rum Ortodoks Kilisesi’nin Baş Papazı, 3 Eylül’de yapılacak olan görüşmelere iyi niyetle gelinmesi için dua ettiklerini duyuruyordu.
Tam bu noktada, Rusya Federasyonu Parlamentosu Uluslararası İlişkiler Başdanışmanı ve Rusya’nın önde gelen strateji uzmanı Aleksandır Dugin’in Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşım Deniz Berktay’a yaptığı açıklaması yayımlanıyordu.
Dugin’in açıklamasında; “Amerikaya’ya aşırı yakın bir politika, Türkiye için yararlı değil. Amerikan’nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin feshinden yana olduğunu ve Irak’ın Kuzeyinde neler yapmak istediği ortada iken, Türkiye hükümetinin bu tavrı, kendi çıkarları açısından da çok yanlış.
Bu son olanlar, Rusya ile Türkiye arasında son dönemlerde yaşanan yakınlaşma sürecine darbe indirdi” diyordu.
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının şu anda çalışmadığını ve bir daha da çalışmayacağını vurguluyordu. Aleksandır Dugin, Ankara’da bir süre önce Türkiye’nin Avrasya Blok’u içinde yer alması gerektiğini belirtiyordu. AB’nin Türkiye’yi bölmek istediğini Gazi Üniversitesindeki toplantıda dilleniyordu.
1980’li yılların başından itibaren Ulus Devletlerin ortadan kalktığı veya buna gerek olmadığı bazı aymazlarca sürekli olarak vurgulanarak hava basılıyordu.
Bu söylemden yola çıkılarak, ulusalcılığın gereksiz olduğu belirtiliyordu.
Aymaz takımı, Pekin Olimpiyat Oyunlarını mutlaka izlemişlerdir.
Sporcuların başarılı olduktan sonra Ulusal Marşları çalınırken Onur kürsüsündeki duruşları gözlerden kaçmamıştır.
Sporcuların onurlu duruşlarından aymaz takımının alacağı dersler olduğunu düşünüyoruz.
SEVGİ ile kalınız…