Ömrünün dörtte üçünü, Erzurum kültürünü araştırmaya ve bu konuda yazılar yazmaya, oyunlar sahnelemeye adayan, yöresinin çocuklarına güzel sanatların önemini benimsetmeye, öğretmeye çalışan Sebahattin Bulut’u, üç yıl önce bugün, yani 02.03.2006 tarihinde kaybetmişiz.
Ama sevindirici olan şu ki; Erzurum kültürünün gelecek kuşaklara aktarılmasına çok önemli katkılar sağlayan bu değerli folklor adamı, yazdıklarıyla aramızda yaşamakta ve vefalılarınca hatırlanmaktadır.
Ayrıca bu yazdıklarının sadece kitap sayfaları arasında kalmamış olması ve birikimini; yeri geldikçe TRT mikrofonlarından da aktararak; efsanelerimize, türkülerimize, oyunlarımıza, kısacası folklorumuza dair onlarca programa imza atması, bu vesileyle Erzurum’un sesini uzaklara duyurması da, işin başka bir teselli yönüdür.
Folklor alanında yaptığı çalışmalar, bu alanda belli bir eğitim almamış olmasına rağmen, küçümsenmeyecek bir boyuttadır ve kendince iz bırakmıştır. Gözlemci, titiz ve dikkatli bir yapıya sahip olan yazar; Erzurum’da yayınlanan Folklor-Haber Dergisi “KÖZ”ün Şubat 1980 sayısında halk edebiyatına verdiği önemi bakın hangi cümlelerle anlatıyor:
“Halk edebiyatımızın ürünlerini pişirmek, gelecek kuşaklara aktarmak için dağarcığınızda ne varsa közde pişirin. Köz: bir anlamda kor halinde yanan, alevi, şulesi kesilen bir ateş parçası.
Halk edebiyatımızda ise gönle giren, yüreğe düşen enerji kaynağı… Siz hiç közlü mangalı, bir gecenin karanlığında deştiniz mi? Işıl ışıl olur yüzünüz, aydınlık olur karanlık geceniz…
O ışıkta bazen kaderin üzerine sünger çekmiş, acılarını, ıstıraplarını küllemiş, hayat denilen tiyatronun içinde meddahlık eden taklitçi aktörle karşılaşacaksınız. O çehreler közün ışığında belki hayal meyal gelecek gözünüzün önüne… Sonra köz ışığında abideleşecek o simalar.
Yüreği közle yanan ozanlar gibi onları arayıp bulmaya çalışacaksınız… Ne gezer… Hepsinin başında bir mezar taşı, bir tarih ve bir Hüvelbaki…”
Bir sözünde; “Oyunlarımızın ve müziğimizin güzelliğini, yiğitsi tadını, canlılığını, vakarını bozmadan, karakterine uygun, kökenindeki üslûplarına sadık kalacak şekilde sahneye aktarmalıyız.” diyen Bulut; atalarımızdan devraldığımız yeri doldurulmaz halk verimlerinin; canlandırılırken ya da söylenirken, aslına sadık kalınması lâzım geldiğine özellikle dikkatlerimizi çekerek, sözlerinin devamında şöyle diyor:
“Halk edebiyatı; nasıl halkın ruhunu söz ve yazı ile yansıtırsa, halk müziği ve oyunları da aynı ruhun ses ve hareketle ifadesidir. Bu ifadenin gerçek değeri de halk sanatının “Otantik” bir mahiyet taşımasında ve aslına uygunluğunu muhafaza etmesidir… Halk oyunu, yalnız muayyen bir şahsın ve devrin değil, bütün bir toplumun uzun yüzyıllar boyunca devam ede gelmiş ortak mahsulü ve toplum kültürünün tabii ifadesi olarak karşımıza çıkar…
Halk sazlarından kurulu bir orkestraya çalgı çaldırmak ve çağdaş (!) hale getirmek, sonra biraz kıyısından, biraz kenarından kırparak, araya uyduruk figürler sokarak sahne düzenlemesi yapmak lazımmış, diyorlar! Oysa; yapısıyla, müziğiyle birbirini kucaklayan ve asırların derinliklerinden süzülerek bizlere kadar intikal eden, Erzurum’un duygusal zenginliğinin bir ifadesi olan ve ecdattan devralındığı gibi yaşatılan Erzurum barlarını yeni bir yapıya sokmak kültür katliamından başka bir şey olmayacaktır.
Maceracılara ve icazet vereceklere saygı ile arz olunur.”
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında doğmuş ve hiçte kolay bir hayatı olmamıştı. Ama o, bazı yoksulluklar sebebiyle eksik kalan yanlarını öylece bırakmamış ve çalışıp çabalayarak, sürekli öğrenip ve öğreterek, bu durumu belki de avantaja çevirmişti. Aşağıda kendi anlatımıyla verdiğimiz hayat hikâyesi sona erdiğinde arkasından söylenenler, unutulmadığını ve unutulmayacağını göstermesi açısından önemlidir:
“1926 yılında Erzurum’da doğdum. Bazı imkânsızlıklar nedeniyle liseden terki tahsil ettim. Otuz İki yıl devlet memurluğu yaptım. Yirmi beş yaşından itibaren muhtelif derneklerin ve spor kulüplerinin yönetim kurullarında görev aldım.
Otuz beş yıldır Halk Oyunları ve Türküleri Derneğinin yönetim kurulunda görev yapmaktayım. On beş yıldan beri de dernek başkanlığını yürütüyorum.
1951 yılında Halk evleri kapatıldıktan sonra tiyatroya, müziğe, halk oyunlarına meraklı, istidatlı gençler kendilerini büyük bir boşluğun içinde hissettiler. O yıllarda Halkevlerinin yerini alacak yeni bir kuruluşu kurmaya da kimse cesaret edemiyordu. Halk oyunlarına, halk müziğine ve tiyatroya meraklı gençler olarak bizler 1952 yılında Palandöken spor kulübüne girdik, orada kendimize bir tiyatro kolu oluşturduk.
Kendi oyunlarımızı kendimiz yazdık ve oynamaya başladık. Benim tiyatro yazarlığım işte böyle başladı. “Yanlış Hesap Bağdat’tan Döner, Meşedi Kamber Ali’nin Berber Dükkanı, Kiralık Odalar, Çingene Kızı” isimli oyunlar, benim ilk yazdığım oyunlar oldu.
Üstelik bunlar hep müzikal oyunlardı. Oyunların orkestrasını ve saz heyetini Suat Işıklı oluşturuyordu. Ben de hem yazar ve hem de oyuncu olarak bu oyunlarda rol alıyordum. Bu müzikallerimiz çok tutuluyordu. “Palandöken Halk Geceleri” dendi mi salon hınca hınç doluyordu. Seyircinin alkışları da bizim için en büyük ödül oluyordu.”
(DEVAM EDECEK)