Bir haber…
Dağ tepe tırmanıp kurdu kuşu yemliyorlar…
Okuyunca hem heyecanlandım, hem de üzüldüm…
Eskiden bu tarz uygulamalar o kadar yaygındı ki…
Toplumun en fakir kesimi dahi, özellikle kış aylarında bu ve benzeri şeyleri yaparlardı…
Kurdun kuşun hakkı diye…
Dahası, insanlar normal vakitlerde dahi kazançlarından bir kısmını bu işlere ayırırlardı…
Şimdilerde tersi yaklaşımlar geçerli olunca…
Heyecanlandım!
Toplumu ayakta tutan ince hassasiyetlerdi bunlar…
Geçtiğimiz yıllarda bir büyüğümüz anlatmıştı…
Yunus Kaya Hocaefendi için bir alışverişe çıkacakmış…
Tembihatı bir teneke arpa alması yönünde…
Şaşırmış ve…
“Hocam bir teneke arpayı ne yapacaksın?” diye sormuş…
Hoca…
Kış geldi, etraf karlarla kaplı, bu kuşlara yem vermek insan olanın hakkı değil mi?”
Deyince…
Şok olduğunu…
Utandığını…
Anlattı…
***
Haklıydı…
Utanması gerekiyordu…
Bencillik öyle tavan yapmış ki…
Bırakın kurdu kuşu, komşusu acından ölse kılı kıpırdamaz hale geldik…
Sonra…
Bir musibet isabet ettiğinde de…
Apışıp kalıyoruz, bizi niye buldu diye yakınıp duruyoruz…
***
Az sadaka çok belayı def ederdi eskiden…
Yine her gelen Hızır her gece kadirdi…
Bunlar bütün bir toplum için sosyal sorumluluk projeleriydi…
İnancımızın en temel öğretisiydi…
Şimdi belediyelerin benzer uygulamaları var…
Çöplerin yanına konulan, köpekler için ayrılacak ekmek artık bölümleri…
Ne güzel…
Kurumsal yaklaşımdan ziyade bireysel hassasiyet çok daha önemli…
Öyle olunca…
Zaten bütün örgütlü yapılara da ister istemez sirayet etmiş oluyor…
***
Bu anlayışı tarihi geçmişimizde en güzel şekliyle hayata geçirmişiz…
Bir dostumuz hatırlattı…
Selçuklular döneminde Erzurum’da “Göç edemeyen leylekler için vakıf” kurulmuş…
Şu hassasiyete bakar mısınız?
Tabii biz bunu söylerken kimi uğursuz ağızlar da, “ecdatın başka işi yok muymuş” aymazlığında olabiliyor…
Olacak…
Maltus kafalı zavallı…
Farkında değil ki…
Allah var gayrı yok!
Öyle ise…
Bırakınız canlıyı, eşyayı dahi koruyup kollamak bir ibadet…
Ayrıntıya girmeyelim…
Bilelim ki..
Her kuruş kazancımızda, kurdun, kuşun da hakkı var!
Vesselam..