Sene 1880’ler…
Ortadoğu’nun “Doğu’nun Rothschild’ları” diye anılan bir ailesi var: Sursuklar.
Toprak desen… Devasa.
Para desen… Gömleğin cebine sığmaz.
Bunlar ne yapıyor?
Siyonistlere toprak satıyorlar, hem de köylüsüyle beraber paket program.
Sultan II. Abdülhamid “durun bakalım” diyor.
Ama İstanbul’dan Filistin’e emir göndermek…
Bugünkü internet hızına benzemiyor tabii.
Yavaş, güçsüz, etkisiz.
Toprak gidiyor, köy gidiyor, hikâye yazılıyor.
Sonra 1911.
Nâsıra Kaymakamı Şukrî el-Aselî çıkıyor sahneye.
“Ben bu satışa onay vermem” diyor.
Bürokrasiden gelen, Türkçe bilen, sağlam bir adam.
Ne oluyor?
Asılıyor.
Şam Merce Meydanı’nda.
Dönemin “yasası” (!) konuşuyor, tarih yazıyor.
Merce Meydanı sonra “Şehitler Meydanı” oluyor.
Zaman geçiyor…
Hafıza yer değiştiriyor.
Suriye yönetimi 6 Mayıs anmalarını kaldırıyor.
Arap milliyetçileri köpürüyor.
Bazıları da “nihayet geçmişi siyasetin sopası olmaktan çıkarıyoruz” diyor.
İşin özü şu:
Tarih bazen bir tapuda başlar, bir meydanda biter.
Biz ise hâlâ geçmişi ya kutsal vitrine koyuyoruz ya da yok sayıyoruz.
Oysa yapılması gereken belli:
Tarihi ne hamasetle ne inkarla… Gerçekleriyle konuşmak.
Yoksa her kuşak bir öncekinin enkazını eşelemeye devam eder.