Hilali görmemizle başlayan “kutlu ay” göğümüzü ve gönlümüzü şenlendirip, ruhumuzu huzura erdirmenin ardından yine eski yerine döndü. Ta ki bir sonraki gelişine kadar... İftarıyla, teravisiyle, sahuruyla, sohbeti ve muhabbetiyle bir Ramazanı daha geride bıraktık böylece... Rabbim hayırlısıyla nicelerine eriştirsin derken, sonrasında gelen bayramla gönüller yeni bir güzellikle dalgalandı, yeni bir incelikle nurlandı.
Ve şimdi millet olarak, bütün bir İslâm âlemi olarak, bayram gibi bir güzelliği hep birlikte yaşamaktayız. Eşimizle, dostumuzla, çevremizle beraber kutladığımız ya da öyle olması gereken bir bayramın daha, ülkemize, dünyamıza, huzur, saadet ve barış getirmesini yürekten diliyorum.
Ozan Yusuf Polatoğlu’nun dediği gibi;
“Bayram sabahlarına uyanmak ne güzeldir;
Sevginin gereğine inanmak ne güzeldir…
Adalet ve hoşgörü ufukları içinde
Kaybolmuş gönülleri kazanmak ne güzeldir..”
Bayramın kime neyi çağrıştırdığı hususunda çok şey yazılabilir. Belki; bayramın ne olduğunu, neyi anlatması ya da hatırlatması gerektiğini, bu çağrışımların toplamı ortaya çıkaracaktır da denebilir. Mesela şair Arif Nihat Asya’nın;
"Bayram" dediler... biz ağladık, ağlaştık...
Lakin tanıdıklar bularak, yaklaştık...
Öptük, şu asırlık çınarın yaprağını...
Kuşlar, yuvalar, sularla bayramlaştık.” şeklinde anlatmaya çalıştığı, adına “bayramlaşma” dediğimiz birbirimizi tebrik etme âdetimizi, eskiye oranla sıkı sıkıya muhafaza ettiğimiz pek söylenemez. Fakat "millî bütünlüğün gönüllerdeki perçinleri " olan bayramlarımızda, bu güzel âdeti yaşatmak; birliğimiz, dirliğimiz ve geleceğimiz açısından çok önemli...
Aslında bayramın cömertliğinden, güzelliğinden, dünyamıza misafir gelirken getirdiklerinden eksilen bir şey yok. Eksilen belki de bizleriz. Bizim insanlığımız, bizim sevgimiz, bizim cömertliğimiz. Bizim sabır ve tahammülümüz. İnsanlığımızı, sevgimizi, cömertliğimizi, sabrımızı çoğalttıkça, bu yönde gayret gösterdikçe, bu kavramların ayakta kalması için direndikçe; sanırız bayramlar da eskiden olduğu gibi güzel görünecektir gözümüze...
Ayrıca bu geleneğin ayakta tutulması; büyüyen şehirler içerisinde giderek görülemeyen dostların hatırlanmasına ve yeni dostluk bağlarının kurulmasına da sebep olur. Nihat Sâmi Banarlı'ya göre; "Bir milletin kültür hayatının en güzel ifadelerinden birisi bayramlardır. Türkler, İslam dinini kabul ettikten sonra eski bayram âdetlerini de muhâfaza ettiler. Yeni dinin getirdiği Ramazan ve Kurban bayramlarına önem vermeyi, kudsiyetine saygı duymayı dini bir vecibe saymışlardır."
Sözün burasında, bayramın tarihi hakkında kısa bir bilgi aktaralım:
Türklerin "bayram” kelimesi ile İslâmiyetin bilinen iki bayramını ne zamandan beri ifade ettikleri bilinmemektedir. Bu kelimenin İslâm’dan önceki umumî dinî bayram günlerini gösterdiğine dair de elimizde açık bir kayıt mevcut değildir. Yalnız Kaşgarlı Mahmut, XI. asırda Oğuzların "İd Günü”ne "Bayram” dediklerini (Bu arada; Erzurum’un ilçelerinden olan Narman’ın bir adının da “İD” olduğunu hatırlatalım.) ve bugünün "sevinç ve eğlence günü” olduğunu kaydettiği gibi, bayramın aslı olarak gösterdiği "Bazram” kelimesinin, aynı manaya geldiğini de söylüyor.
Fakat Müslüman Türklere mahsus olan diğer bayramlar hakkındaki açık bilgilerimiz, ancak Osmanlı Devleti zamanına aittir. Yapılan bayram ve merasim şenliklerinin, ilk kez ortaya konmasını olmasa bile, bir kanun ile düzenlenmesini, eldeki vesikalara göre, Fatih Sultan Mehmed’in eseri olarak telâkki etmek gerekir. Ona dayandırılan Kanunname ile Fatih’in bayram günleri, divan meydanına taht kurulup çıkılması ve yüksek rütbeli memurlarına el öptürmeyi emrettiği kaydedilmektedir.
Lügatçiler, Bayram’ın arapça karşılığı olan "ıyd” kelimesini "a’vd (avd)” kökünden türetirler ve (belirli aralıklarla) "geri dönen” şeklinde izah ederler. Bu, İslâm bilim adamları tarafından da böyle kabul edilir. Çünkü "iyd”, "dönüp gelen” manasınadır.
“Bir can için geçti can-ü serinden
Vücudu kül oldu aşkın narından
Emrah buse ister nazlı yarından
Bu bayram olmazsa kurbana kalsın" diyor bir şiirinde Erzurumlu Emrah… Bütün bir Ramazan'ı ve bayramı bir "buse" miktarınca olsun "yâr" ile buluşma ümidiyle geçirdiğini, bunun için nice yeni bayramlar beklemeye de razı olduğunu söyleyen âşığa, büyük mutasavvıf ve aynı zamanda da sözün sultanı olan Hacı Bayram-ı Veli; bayramı yâr ile kutlamanın güzelliğini dile getirdiği, hakikaten bayram kadar güzel, bayram kadar muhteşem bir dörtlükle cevap veriyor:
“Bayramım imdi bayramım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi
Hamd-ü senâlar hamd-ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm”
Bayramınızı kutluyor, yâr ile bayram kılan gönüllere selâm olsun diyoruz.