Diyor ki, Dadaş Alpaslan Kotanlı yorumunda;
“Bu yazı dizisini kim yazıyorsa tebrik ederim. Her sözünün altında imzamı basarım..
Erzurum’dan bu konuda ilk defa bu kadar duyarlı bir ses duyduk. Yüreğimize bir " çay bardağı" su serpildi...
Erzurum tarihi dokusunu yok olmak üzeredir.
Bu tarihi bir çağrı haline dönüştürülmelidir. “
Ve ekliyor..
“Önümüzdeki 10 sene içinde gerekli tedbirler alınmaz ise tarihi Erzurum namına bir şey kalmayacağını görmek için kör olmak gerekir. “
Bu sebeple Erzurum Gazetesi’nin bu çıkışını sitayişle tebrik ediyorum. “
Bir çığlık…Bir feryat..
Erzurum nerede? haykırışı..
Yahut bir ağıt, Erzurum üstüne söylenmiş..
Yürekten, samimi ve dadaşça..
ERZURUM ÖZLEMİMİ GİDERECEK BİR SOKAK ARIYORUM…
Ağabeyimiz, büyüğümüz Dr.Salih Kocaoğlu uzaklardan ama Erzurum maverasından sesleniyor ve diyor ki:
“İlgililerden, Erzurum özlemimi giderecek; konuşan, gülümseyen, eğiten, öğreten, düşündüren, koruyan, kollayan, yaşayan, yaşatan bir sokak istiyorum.
Selam ve saygılar..”
BİR SERZENİŞ…
Sonra bir serzeniş İ.Hakkı beyden;
“Çok güzel tespitlerde bulunmuşsunuz ama günaydın.
Hem bunlara da gerek yoktu, boşa yazmışsınız; çünkü Erzurum belediye başkanına oy vermedi dadaş, Başbakanımız için verdi…”
Ve iç ürperten bir tespit ekliyor.. Sanki “Dağlara da baş eğmeyen dadaş”ı tarif eden merhum Akatay’ı üzecek bir tespit:
“….Ve ayrıca dadaş her zaman güçlünün yanındadır iktidarda kim varsa ona oyunu verir ne şiş yansın ne kebap.”
DADAŞIN DÜŞÜNMESİNİ İSTEMEK…
Sonra istihza ile soruyor:
“Siz niye fitne sokup Dadaşın düşünmesini istiyorsunuz ...!İşin özü Erzurum'da (yazdıklarınızı dile getirenleri tenzih ederek söylüyorum) sanattan nezaketten hoşgörüden kibarlıktan uzak, içine kapanmış yaşadığı dünyanın farkında olmayan, eleştiriyi küfür anlayan kendi gibi düşünmeyeni ya dinsiz ya komünist diye itham edip konuşmak isteyenleri de susturan bir topluluk var.
Bu durumda her türlü yenilikçi projelere vizyon sahibi insanlara engel olarak Erzurum’un bu duruma gelmesini sağlamıştır bence..! “
DADAŞ NEYİ, NİYE DÜŞÜNMELİ?
Üç yorum..
Üç tespit..
Ve üç çağrı..
İbrahim Hakkı beyin “Dadaşın düşünmesi” vurgusuna dikkat..aman dikkat..
Belki bugün içinde bulunduğumuz halin tercümesi ve özeti..
Çok beliğ bir ifade..
“Siz niye fitne sokup Dadaşın düşünmesini istiyorsunuz ...!”
Niye?
BİN ERZURUM VAR ASRİ MEZARLIKTA…
Bir cenaze defni için asri mezarlıktayız..
Taşlar ve üstündeki isimlerin çoğu tanıdık..
Hepsi bir Erzurum…
Ana caddeyi takip ederek ilerliyoruz…
Erzurum eşrafından, esnafından yüzlerce dadaş..
Çoğunun evladı ayali Erzurum’da değil..
Ecdat asri mezarlıkta, torunlar İstanbul’da, Denizli’de, İzmir’de…
Onlar, başlarına dikili taşlar altında hala Erzurum’u bekliyor..
Ve onların, dadaş diyarından gitmek için onlarca mazeret icat eden evlatları, torunları, kilometrelerce uzaklardan Erzurum’u seyrediyor..
Tıpkı içindekiler gibi…
Bir fatiha kopuyor yüreğimizden, bir fatiha..
Erzurum üstüne..Erzurum üstüne…
ERZURUM’DAN NE KAYIP?
Aydemir’in Bir Vakitler’inden bir şiir dökülüyor dimağımızdan…
Şair Sezal sanki Erzurum üstüne, şu ruhunu terk eden, şu tarifsizleşen Erzurum üstüne söylemiş sanki..
Hıçkırık gibi dökülüyor hançeremizden:
“Huzursuzluğunu duyuyorum ellerimin..
Ellerim böyle olmazdı..
Geçmişi düşünüyorum, parmaklarımı sayıp..
Ne kayıp…
Buğulandığını görüyorum gözlerimin
Gözlerim böyle olmazdı..
Geleceği düşünüyorum, rüyalardan uyanıp..
Ne kayıp…
Dökülmezdi böylesine ölü kelimeler dudağımdan..
Gönlüm yitirmezdi sevincini mevsimlerle.
.Bir eksikliği var havanın suyun..
Bir eksikliği var insanların..
İnanın;
Bir şeyler kayıp…”
Ve cevap alıyoruz ervahtan..
La Reybe fih… Şüphesiz…Şüphesiz..
YARASI OLAN ELBETTE İNLER
Paylaşıyoruz dostlarımızla Erzurum acısını..
Kaybolan, yiten Erzurum sızısını..
“Dünya değişti”, diyorlar, “çağ değişti, değim de dönüşüm de kaçınılmaz…”
“Elbette eskiler gidecek ve elbette yeniler gelecek..”
Oysa, bir köhnelikten değil, bir tarihilikten ve onun yitimindendir, ahımız diyoruz..
Paylaşılmıyoruz..
Ve ekliyoruz Sadi-i Şirazi’nin berceste beytini:
“Herki zahmi hored, elbette figani dared”
Yarası olan elbette inler…
Elbette..
ULUCAMİ’YLE SOHBET, YAZICIYLA SÖYLEŞİ..
Hiç Ulucami’ye konuştunuz mu bilmem..Ya da Yakutiye’yle..
Hiç sohbet ettiniz mi Lalapaşa’yla..
Kale’nin o içli sesinden Erzurum ağıtı dinlediniz mi?
Yazıcının suyunda terennüm edilen Erzurum hoyratlarına açtınız mı kulağınızı?
Çiftekardeşler’den Kadı Davut’un mezar taşında anlattığı Erzurum destanına kulak kesildiniz mi hiç?
Pir Ali Baba’nın binbir hatim suyuyla sınırladığı Erzurum’un, şimdi susuzluktan kuruyan bedenini fark ettiniz mi hiç?
KAYBOLAN ERZURUM ÜSTÜNE GÖZYAŞI OLUR MUSUNUZ?
Ya da..
Alvarlı Efe’nin Mevla’ya emanet ettiği Erzurum”a baktınız mı?
Öyle ise sizinde yüreğiniz yanık, sizinde gözünüz buğuludur mutlaka..
Erzurum, kaybolan Erzurum üstüne bir damla gözyaşı olmuşsunuz demektir…
Akif Paşa’nın dediği gibi..
“ Sor dil-i biçaremin halin perişan zülfüne
Halini bilmez perişanın perişan olmayan…”
Bilir mi hali dadaş olmayan…Bilir mi?
“Afitabi doğa devlet güneşi bir gün ola..
Hak teala kulunu kahr ile daim kılmaz” mı diyelim..
Gelin öyle diyelim…
Erzurum üstüne..Erzurum üstüne..
ANLATTIĞIMIZ ANLADIĞINIZ KADARDIR..
Abdulhak Hamit Tarhan:
“Anlayan kimse var mı hazırda
Ben eminim ki devri hazırda
Yazdığım şeyler anlaşılmayacak” diyor ya..
Belki söylediklerimiz, belki vurgumuz, Erzurumluluk duruşundan koparılmış, dadaşlığa turist bırakılmış yeni nesilce, ya da benliğini Erzurumluluk ruhundan ayırmışlarca anlaşılmayacak..
Bir iki eski ev, birkaç sokak ve mahalle…
Üstüne bir Yakutiye, bir Çiteminare ve bir de kale..
Ortaya çıkarsa Erzurum diye…
İşte ona yanarız..
Biz Erzurum ruhunu arayanlardanız..
Tasamız ve gamımız ondandır…
(DEVAM EDECEK)