Önce bir atasözüyle başlayalım yazımıza isterseniz “ Bir ellin nesi var; iki ellin sesi var “ diye.. ve buna bağlı olarak başlığımıza denk düşen ve çok eskiye dayanan yaşanmış bir öykü arz edelim ardından..Çocukken sık sık rahmetlik dedemden duyduğum bir öykü..Dedem, olay etrafındaki şahısları isimleriyle anlatırdı. Ama aradan uzun yıllar geçtiği için olay kahramanlarının ve olay içindeki şahısların isimlerini bir türlü hatırlayamadım..Ancak olay net ve ana çizgileriyle hatırımda tutmaya muvaffak olduğuma seviniyorum.
Hınıs’ın Pınar köyüne ait arazilerin büyük kısmı Bingöl dağlarının eteklerinde yer alır..Burası ise köyden bir hayli uzak..O gün tarlası bir arada olan köyden üç kişi burada tarlalarını sürmektedir.Öğle arası mola vermişler ve bir araya getirdikleri azıklarını bir yanda yemeye başlarken diğer yanda öküzlerini o civarda çayırı bulunan başka bir komşularının çayırına salıvermişler. Tarla süren kişilerden biri köy imamı, biri sonradan gelip köye yerleşen zengin bir Ermeni, üçüncüsü ise bir çiftçi..
Çayır sahibinin gelebileceğini hesaba katmamışlardı. Aksilik ya adam birdenbire çıkagelmişti. kendilerine doğru gelmekte olduğunu görünce de aralarında” Ne olacak ki biz üç kişiyiz, o tek kişi ne yapabilir ki..” deyip hiç umursamamışlardı. Çayır sahibi ise aynı hesaplar içindeydi..Ben üç kişiyle nasıl başa çıkayım diye..Diğer yandan da çayırın altını üstüne getiren üç çift öküzün çayırını zayi etmesine içerlenmekteydi.
Çayır sahibi önce sakin olmayı başardı. Çiftçilerin yanına varınca hiç bir şey olmamış gibi davrandı ve onlarla sohbet etmeye başladı. Ardında sözü kış mevsiminde hayvanlara verilmek üzere yeterince bulamadıkları ot ve samana getirince Ermeni çiftçinin yüzüne dik dik bakarak,
-Hey sen..! Köyde seninle hiçbir ahbaplığım yok, sonra dinlerimiz bile farklı..Bunlar ise biri hocamız, bize doğru yolu gösteren dini önderimiz, canımız malımız ona helal olsun, bu da dindaşım ve çiftçi kardeşim..Peki sen hangi hak ve hukukla öküzlerini çayırıma salıverirsin diyerek Ermeni’yi hastanelik edinceye kadar dövmeye başlar, sonra diğer çiftçiye döner,
-Alaf kıtlığı yüzünden kış mevsiminde neler çektiğimizi sen bilmez misin? Hadi hocamıza her şeyimiz feda, ya sen çayırımı bu hale nasıl getirirsin der demez adamın üzerine atılır, onu da döver, döver, Ermeni’nin yanına uzatır. Bu sefer sıra hocada;
-Ulan hoca..! Kürsüye çıkıp yıllardır helal-Haramdan dem vuran sen değil midin? Haydi, bunlar belki cahiller, bilmezler ya sen?
Çayır sahibinin içten içe kabaran bir öfkeyle hocanın üzerine atılması ve hocayı evire çevire dövmesi diğerlerinkine mi benzer..!
Sonuçta hoca da hastanelik edilmiş, diğerlerinin yanına uzatılmıştır.
Çayır sahibi biraz rahatlanmış bir halde ellerini kalçalarına koyup yan yana uzattığı adamlara bakar ve
-Bunların ittifakını bozmasaydım üçü tek kuvvet olarak karşıma dikilmiş olsaydılar, bunu başarmam mümkün olabilir miydi? Bu yüzden birlikten kuvvet doğar, bölünüp parçalanmak ise zayıf düşürür; açık örneği işte önümde duruyor.
Milletler ve ülkeler de aynen böyledir. Bunun için Milli Şairimiz M.Akif ERSOY’ UN şu beyitlerine kulak verelim.
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,
Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.