Azın huzuru, çoğun sıkıntısı…
Az kimin azığıdır, kim on parmağıyla bir manga kurar, kim bir baş iki adımdan ibarettir değildir?!.. Ya da kim bin baş tek adımdan ibarettir?
Yara selim tuz zalim…
Kendini bavulu gibi taşıyan düzen insanı…
Merhameti riya, gazabı kira..
Kullandığı kelimelerden bihaber, mefhumlardan, menakıplardan, remizlerden bihaber taş avlunun müebbet kravatlıları…
Yüreği avlusu olan mahkum, küreği avuçları olan bahçıvan, çölü anlında olan, sulağı gözünde, diyarı dizinde olan adam!..
Sen!.. Çok vakit var, azınlıktasın!..
Geride kalman değil şüphesiz, suç belki de senin uzaklarında. Utanma siluetinde, dişi renkli ufuklar şüphesiz senin oynaşın olmadı, huzur hep artığıydı yılların, sen karanlığın göze hasımlığına benzemektesin, mazlumun bakışına, yokuşun yorgunluğuna…
Derviş Adam azdan murat, az yemek, az düşünmek, az uyumak, az konuşmak dese de… Çoğa maya olacak az, az kaldıkça çoğa dilenmeyen az, diyerek işi çelebiliğe dökelim…
Post terbiyesi arka ceplere savuşturulunca, koltuk dervişleriyle koydaki yat çelebileri tadını çıkarmaya başladılar hayatın.
Yüzdelerin şirin, kalabalıkların cazibeli şişman cariyeler hali insanların çoklar içinde bulunma, çoğun avantajlarına ideal besleme, dolayısıyla sunileşme, dolayısıyla hunileşme hallerini doğurdu.
Sonuçta çoklar, tazı yapacaklarının önce azı dişlerini çekip öyle avlağa saldılar?..
Hali ya da düzeni besleyen insan, ya da yandaş-yoldaş dedikleri dolguların pigmelere göre insan tarifi yapmaları aynı bu iş türünden.
Düzenin tarifini en iyi onlar yapar.
Bu yüzden, vatandaşın ya da halk dediklerinin sadece masalını yazdı yıllar. ‘Halk istedi’, ya da ‘halkın takdiri’ gibi dejenere fermuar sesi ifadeler çokta gelişigüzel insan istiflenmelerini açıklayamadı. Partiler insan değil on yıllarca yakacak odun istifledi.. İktidarların yeni fikir, yeni geniz sızısı dalkavuklar hiçbir dönemde es geçilemedi, çünkü yeni kütleler her zaman bir önceki iktidarın fire stokundan doğardı. Uçlar, tezatlar arasında kalan insan için dünyada ahenk bulma bu sebeple zor. Suçlu yeni olsa da suç hep eski bir mirastı..
Deri kabuklu meyvelerin kitle sepetlerinde ancak çürüyünceye kadar uzlaşacağı belliydi. Öyleyse bu konuda söylenecek her söz, azı temsilde her zaman ahde vefalı, masum ve baki kalmakla olacaktır...
Şimdi sabahsa, bu dünün akşamından kalma bulaşık tabağı görünümünde…
Her sabah aynı güneş duayı etse de, ülkeleri aynı yurtları ayrı insanlar arttı.
Aynı ülkede yurtları ayrı insanlar.
Hasretleri hasetle beslenen, amelleri katran şırası yapmaktan ibaret, çölden kum çalan, bir kaşık suyu varsa Poseidon’a tuzak kuran insanlar… Düşman ülke ya da koloni aramaya gerek yok bence.
En kara farklar bu yüzyılın demokrasi uzuvlarında çıktı.
Milletler iktidar hırsıyla kara kalabalıklara bölündü, kalabalıklar daha kara kanaatlere, kanaatler çıkarcı kartellere…
Bu ahvalde kalkıp da medeniyetten bahsetmek çalıntı kumlardan pilav yapmakla eş.. Çünkü İ.Haldun’a göre ‘Gayrı memnunlar medeniyet kuramazlar…’ Ne olur?.. Ancak mağluplar galipleri taklit ederek taklit mesuliyetler, taklit huzurlar oluşturabilirler. Bu gün; coğrafyasına benzeyen, eliyle, dilinle, yüreğiyle medeniyet dervişi olan kaç kişi vardır bilmem, bildiğim, geleceğin geçmişin ispatı olmaktan çıktığı, bin yıl önceki bir yudum suyun bin yıl sonraki suya benzemediği…
Susuzluk aynı susuzluk ama el, dil, yürek aynı içen, aynı yıkanan değil…
Deterjan medeniyeti!.. El hırsız, dil arsız, göz ahlaksız… Güce imtiyaz veren dünyada, yine ‘en mazlumdan’ az ne kaldı?..
Rahibelerin dileklerinden dudak kokusu alan mumlar… İhtirastan iktidar kokusu alan siyaset ne söylerse söylesin, yanlışa ve yandaşa giydirilen melek kürkleri, vicdanı kadı yapmadı.
Bugün!..
Her tebessüm dudağa muhalefet kaldı. Adeta insanlar kendilerini düzene yevmiyeci yapmış, abone vatandaş olarak kaldı. Sosyalistlerin yat kalk hayatı tipi, gülü sökmesi vatandaşa koklaması oligarşiye ait... İnsanlar hep az haykırıp çok saklandıkça gizli, marşlı, alacaklı sınıflara karışıp aşure oldular.
Nihayet, aklın uzağında az ateş çok orman yaktı…
Gündelikçi hayatın azarı insanlar, yalanı, haramı, riyayı yeniden öğrendi.
‘Boşver’ parolası oldu sosyolojinin. Ustalaştıkça meşru kalınan ölçüler nasılsa irfandan değildi...
Derisine kumaş yapıştırılmışlar ve derisi boyanmışlar için şeytan yeni uzlaşılar buldu.
Zenginler ve fakirler diye tanıdığımız bu çukurlar ve tepeler arasında, ‘gavurboğan’ çıkmazlarından, marka tazılar salınmış ‘gavur saklayan’ cilalı bulvarlara felsefe hattı kuruldu…
Ecnebi mahalle bakkalının bile patlamamış Çanakkale mermileriyle tartıp, gram gram sattığı milliyet ve irfan…
Şimdi kimler hakimden, kimler hâkimden taraf durur da taraflar belli olur bilmem..
Hengâme hala alkışla beslenmekte. Oysa teşvik edici değil temkinli yaklaşmak lazımdı meddahların serenadına.
İşte alkışlarken yumruklarınız, İşte gülerken dişleriniz çalındı…
Horatius: 'quid rides de te fabula narratur ' ‘Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen.’…
Ve Mevlana; gözyaşı ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.
Eskilerin tabiriyle, ödünç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelirmiş..
İyi niyetlerimizi ve selamlarımızı çok ödünç verdik çok…
Kalabalıklar bankalara benzedi, bu sebeple kimse tebessüm satın almasın, kimse huzur kiralamasın, borç almasın yarınlarını…
Tek teselli azlar!..
Azların hikâyesi sade, tebessümü yaradılıştan…
Bu bizim hikâyemiz işte…
Anlıyor musunuz?..
Az gülün!..
Güllere artık bülbül rengi boyanmış kargalar musallat edilmekte…
Unutmayın insan güldürülerek de öldürülür…