ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Dadaşlar 19 Mayıs coşkusunu paylaştı
Dadaşlar 19 Mayıs coşkusunu paylaştı
Allahuekber Dağı eteklerinde milli coşku
Allahuekber Dağı eteklerinde milli coşku
Çomaklı’dan 19 Mayıs mesajı
Çomaklı’dan 19 Mayıs mesajı
Doğu Anadolu’da Milli Coşku zirvede
Doğu Anadolu’da Milli Coşku zirvede
ESKİ 2024 bütçesi onaylandı
ESKİ 2024 bütçesi onaylandı

Cahit Okcu (Su Dağları)

Çeçenya ah Çeçenya... (26)
20 Nisan 2009 Pazartesi

Babür davudi ve çatallaşan sesiyle "gecikmedim ya?" diye şöyle bir sorup, geçip sobanın yanına kuruldu.
-Of of!.. Kavurma kokusuna bak hele. Yaşa be Hala. Karnımız da çok acıkmıştı. Ee Umran, biraz açıldın mı bakalım?.. Halamın gülücükleri terapidir ha!.. Hala bu Umran kaç günler var ki, çok sessiz ve moralsiz. Ben bir şey anlayamadım.
- Ne yani!.. Dedi, Halime hala. Devamla;
-Ben bir şey hissetmedim ama!.. Savaşçının sessizliği ya yardan ya sıladan olur, oğul. Umran'da bildiğim bir sıla kaygısı yok. Geldi geleli, Hazer'in kıyıları gibi boş. Yar desen, O istesin; O'na Çeçenya'nın en güzel kızını alırım... Korkarım oda yok. Ha,  Umran!..
Umran bir an şaşırdı. Konunun böyle ani seyri karşısında utandı, gülümsedi. İşi şakaya bozdu.
- Halime anam, benden önce Babürşah ağam var. Sırayı bozmak ananemizde yoktur. Ama yinede şu Çeçenya'nın en güzel kızı konusunu düşünmek lazım.
Halime hala:
- Tabi ya sözüm söz, sen iste ben Çeçenya'nın en güzel kızını arar bulurum.
- Hala kıskanacağım tutuyor hani!.. Dedi, Babürşah gülerek.
Halime hala, fırsat bu fırsat yakınmaya başladı. Bu sefer Umran'a bakarak, yeğenine sitem ediyordu;
- Ah Babür'üm, sana ne demeli bilmem ki?  Sen bir kez dağa yaslanmaya alıştın. Yine ne söylesem biliyorum ki, ne söylesem  boş. "Sen söyle, sen işit!.." Dur bakalım inşallah o günlerinizi de görürüz. Oğul, bize savaşçı lazım savaşçı. Bu savaş belli ki uzun sürecek. Tüfeklere mirasçı lazım. Yoksa bir gün gelir, tüfekler sahipsiz kalır, aman Allah'ım!.. Ağzımdan yel alsın!..
Sonra parmaklarını rafın tahtalalarına vurup, devam etti;
- Ama gör bak Babür'üm... Sana öyle bir iş edeceğim ki; bir akşam başkasının yemeğidir diye kendi yemeğini yedireceğim sana. Başkasına çalar sandığın tef senin toyun olacak. Eh dur da, bak!.. Hele bir boyu boyuna bir gelin bulayım, ben yapacağımı bilirim...
Babürşah, kahkahayı basmıştı;
- Ne yani Hala, haberim dahi olmayacak mı?.. Diye de dalgasını geçti...
- Olacak ama, yapacak birşey kalmadığı zaman... Bir iki duvarlara yumruk atar (zaten duvarlar alışıktır), sinirlenir, bağırır, çıkar dışarda bir şarjör boşaltır, gelir paşa paşa oturursun!.. Göreceğiz, Hala mı yaman, bey mi!..
Öylece, bir süre üçü de sustu. Babür bir ara Halasından tütün sordu. Yemekten önce pekte acemi oldukları sigaralarını sarıp, sırf dumanları için keyifle içtiler. Sonra yemek yendi.
Sıra güğümden demlenen çaya gelmişti.                    

* * *
Sabah erkenden uyandı. Sokaklarda bu erken saate rağmen, epeyi koşuşturma vardı. Herkes çoktan uyanmıştı. Kadınların kapı önü sohbetleri ninni gibi geliyordu insana. Ne konuştukları anlaşılmıyordu ama doğrudan yüreğe üfüren esintilerdi bu sesler. Zaman zaman suya götürülen hayvanların sesleri, özellikle tosunların kısık homurtuları yada kaçan bir moziğin ayak sesleri ardından koşuşturan çocukların bağrışmaları, hay huylar, hayli güzel bir günün başlangıcını haber veriyordu.
Oda hayli soğumuştu ama yorganın altı sıcacıktı. Hasan hala uyuyordu. Kerim'i yatırdıkları somyada yatıyordu. Akşam Babür'le, onun için yer yatağı yapmışlardı.
Babür, Umran'ı misafir evine getirdikten sonra fazla kalmamıştı. Bir ara Hasan'da uyanmış, uykulu gözlerle hayal meyal bir şeyler söylemişti ama uykuda mıydı uyanık mı pek belli olmamıştı.
Herşeye rağmen çok iyi uyumuştu Umran.
Kalkıp giyindi. Yatağı toplayarak yüklüğe istif yaptı. Hasan'a baktı, başını yastığın altına saklamış, enine boyuna keyif yapıyordu.
Dışarı çıkmak istedi ama bu fikrin pek doğru bir hareket olup olmadığına karar veremedi. Perdeyi araladı. Bu camı ve perdeyi kırk yıllık ev sahibi gibi tanırdı nede olsa. Hatta perdeyi açacak olsa, ipe attığı düğümlerden dolayı, yukarı doğru gevşeterek açılabileceğini de hatırlıyordu.
Aralık perdeden dışarda ilk baktığı yer, yine karşısı ve tabiki bir duvar boyu çaprazındaki pencereydi. Bu sefer neyseki kalın perdesi açıktı. Hatta pencere kanadının biri sokağa doğru serbest bırakılmıştı. İç geçirdi. Sevindiğini sezinledi. Hatta içini sevinç kaplamıştı. Çok geçmeden heyecanlanmaya bile başladı.
Belki de bugün O'nu görebilecekti. " Ne güzel olur, Umran kardeş!.."  Dedi, kendi kendine. Yarı karanlığın yarı hatırasıyla değil, ışığın berrak tebessümünde... Onu, göründüğü gibi görebilecekti.
Sokakta halen kümeler halinde hayvan götürülüp, getiriliyordu. Bazen, karşı karşıya gelen iki hayvan kümesinin kargaşası yaşanıyor, bu kargaşalar hayvanların birbirinden ayıklanmaları adına ancak bağrışmalarla  geçiştirilebiliyordu. Bazen küçücük çocukların koca koca sığırları güttüğünü görüyordu. Köyü, hiç bu taraflarıyla izlememişti. Hayvanın biri beş altı yaşındaki bir çocuğun blöfünü görse, kim bilir neler olurdu. Ama belliki sürende sürülende işini yapıyordu.
Bu yöreye gelinceye kadar hiç hayvan gütmemişti. Gel ki şimdi dahi, yüklemesi tamamlanmış yük hayvanları dışında, 'dur git' talimatlarından başka birşey bildiği yoktu. Sadece katıra " - çö!.." der, hayvan yürümeye başlar, " - çüşşş!.." der, dururdu. Sağa sola manevra yaptıracaksa, o tarafa doğru boynuna hafif hafif dokunurdu, o kadar. Başka inceliklerini de bilmezdi zaten. Mesela, yükten yada tembellikten çökmüş bir hayvanı ayağa kaldıramazdı. Ama  bu işi beceren çok arkadaşı vardı. Bir keresinde tembellikten çöktüğünü söyledikleri bir merkebi, arkadaşlarından birinin son çare olarak kuyruğunu ısırarak ayağa kaldırdığını görmüşte, şaşakalmıştı. Tabi merkep uzun fasılalarla anırıp durmuş, bir daha da çökmemişti. Hatta öyle bazı arkadaşları vardı ki, ufak tefek olmalarına rağmen, atın başını bükerek yatırıp siper yaptıklarını görmüştü.
Umran penceredeyken Hasan yorgan altından uzunca sayılabilecek bir ses çıkardı. Umran önce bardakların rafı yıkıldı sandı ama durumu anlayınca sadece güldü ve ani bir kararla dışarı çıkmaya karar verdi. Eski alışkanlığı olacak ki, merdivenleri inmeden atladı. Kapıyı açtı. Hava ısırırcasına karşıladı O'nu. Bayağı soğuktu sabah sabah. Kabanının yakalarını gererek üst üste getirdi. Nefes aldıkça soba bacası gibi tütüyordu insanlar. Havada, soğuğa sinmiş dam kokusu hissediliyordu. Groznyy'de zaman zaman yakınından geçmek zorunda kaldığı bisküvi fabrikasının kokusunu hatırladı. Fakat köydeki koku, oradaki kadar hakim ve ekşimsi değildi. Sadece, ancak hissedilebiliyordu, o kadar.
Sokaktaki mayıs öbeklerine basmadan yürümek hemen hemen imkansızdı. Suya gidip dönen hayvan yığınlarının arasına sıkışmamak için hızla yürümeye çalıştıkça, postalları epeyi kirlendi. Herkes gibi, oda köy çeşmelerine doğru yürüyordu. Zaten köyün gidilebilecek tek agorası, cami ve okulunda bulunduğu bu meydanlıktı. Köydeki bütün yollar, neredeyse asfalt kadar sert ve köyün sığabileceği kadar geniş olan bu meydana çıkardı.
Çeşme kalabalıktı. Yan yana üç pınarın dolu dolu aktığı çeşme başı, kadınlar, sıra bekleyen bakraçlar ve güğümlerle doluydu. Krom oluklardan tazyikle fışkıran sular, önce su kaplarına, sonra geniş taş kuruna düşüyor, oradan da bazaltlardan oyulmuş taş kanallara akıyordu. Hayvanlar, yan yana belki onbeş yirmi büyük başın yan yana su içebileceği bu kanallarda sulanıyordu. Suyunu içen hayvan, kendiliğinden geldiği istikamete dönüyor, bazıları ise az ilerde bekleme pozisyonunda sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Tosunların, özellikle komşu damlara ait rakiplerini gördükçe yaptıkları kabadayılıklar, görülmeye değerdi. Hele kesik ve derin böğürmeleri takip eden yer eşelemeleri, kuyruklarını kabartırken, kiminin gözlerini cırmış halde boynuzlarını yere sürtmeleri hayli ilginçti. Bunlar erkekliğin kitabını yazıyordu. Korkunç bir gurur ve ihtiras içindeydiler. Kavgaya tutuşmuş iki boğanın, ortalığı hayvanlar adına can pazarına çevirdiği bu meydanlık, Umran için tam bir seyir yeri olmuştu. Köy çocukları ilk kavgaları ve kavganın nasılını bu meydanda öğreniyor olmalıydılar. Öyle bir kavga etiği vardı ki, hayvanlar bile, hiç biri diğerine arkadan saldırmıyordu. Hep kafa kafaya. Göze göz, dişe dişdi.
Camiye doğru yürüdü.
Yeşil ahşap pencerelerine dairesel Osmanlı tarzı verilmiş Camii, meydana hakim bir konumda, çeşmenin tam karşısındaydı. Önünde kalın bir çınar gövdesi, her halde namazı bekleyenler için uzatılmış olmalıydı. Camii gibi epeyi eskiydi. Geçip kütüğe oturdu. Şimdi meydana gelen köylülerden onu görenler, uzakta olsa  işaretle selam veriyor, Umran'da aynı el kol hareketleriyle, elini başına götürerek icabet ediyordu. Yaşlı Kadınlarda erkekler gibi davranıyorlardı. Bu çok hoştu. Ninenin birinden selam almak nedense hoşuna gitmişti.
Çeşme başında kadınlar ki çoğu genç olanlar, çaktırmadan O'na bakıyor, birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Her halde, bu saatte camii avlusunda olması, alışık olunmayan bir durum olmalıydı. Ama vakit geçirecek başka bir yer de yoktu zaten. Akşamdan kalma izmaritini çıkarıp, keyifle tüttürmeye başladı. Zaman zaman dağlara kaysa da, gözü hep çeşme başındaydı. İnsanlar arılar gibi, günlük işlerini büyük bir hız ve maharetle yapıyorlardı.
Dede sayılabilecek yaşlı ihtiyarlar hatta kadınların, kabartılarak doldurulmuş iki üç çuval büyüklüğünde sepetlerle ot, saman ve mayıs taşıdıklarını görüyordu. Kimi boş sepette torununu  yüklemiş kimi sıradan bir şehirliyi çökertecek kadar ot balyasıyla merdiven çıkıyordu. İçlerinde birkaç delikanlı gördü görmedi. Onlar da ancak onüç, onbeşinde sayılabilecek yaşlardaydılar.  Parmakları ısınınca, sigarasını iki çöp arasına sıkıştırdı.
Hala hala görememişti, Çeçenya güzelini!.. Bu tabiri çok sevdi. Halime halanın sözüydü. Çeçenya güzeli!..

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
25dadaş25 20 Nisan 2009 Pazartesi  23:35

kafkasların yigit insanları şamilin torunları 400yüzyıldır yılmadan mücadele verdiler cahar dudeyev aslan maşadov yanlız kurt salman raduyev katarda rus ajanları tarafından şehit edilen salman raduyev türkiyede rus ajanları tarafından öldürülen niçe çeçen komutan CC ALLAH mekanlarını cennet etsin ruhları şad olsun bu kardeşlerimize elimizden geldigi kadar maddi manevi yardımcı olduk islam alemi türkiye genelinde istenilen seviyede yardım yapılmamıştır inşallah birgünçeçen inguş dagıstan abaza osetler bir devlet olur slmlar

Yorumu oyla      6      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Gazze’den Doğu Türkistan’a Dinmeyen Ağıt: Akif’in Uyarısı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Konunun Mülkiyeti 
Ayhan Kara
Ayhan Kara
Ülkü Ocakları Mektebi ve Yiğido Mehmet Şarkışla
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Bir başarı Hikayesi: ‘Erzurumspor’
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva