Başbakan Sayın Davutoğlu’nun serlevha niteliğinde bir tespitiyle başlayalım:
"Şehirlerimizin kadîm karakterini muhafaza edeceğiz. Kadim karakterin modernite ile yüzleştiği yerde yıkıcı olmayan, darbe vurmayan modern mimariyi kabul edeceğiz. Ama kadim tarihi birikimimize bir tehlike teşkil ettiğinde ona karşı duracağız. Dikey mimari değil, yatay mimariyi kadim şehirlerimizde egemen kılacağız ve küreselleşme anlamında da bütün şehirlerimizi, kadimi koruyan modernite birikimini kullanan küresel şehirler haline getireceğiz.”
AK Parti Genel Başkanlığı görevini devralırken söylüyor bunları…
Aylardır altını çizdiğimiz noktaya en üst seviyeden bir vurgudur bu ifadeler.
“Kadim karakter”, binlerce yılda vücuda geliyor. Korunması, kollanması, adeta ete kemiğe bürünmüş canlıya yönelen özenin gösterilmesi gerekiyor.
Aksi, kendini inkar, varlığını yok etmek anlamınadır.
Yazık ki, “Kentsel Dönüşüm” konsepti bu hassasiyetten çok uzak duruyor.
Erzurum özelinden olaya yaklaşalım.
Hazır bir yenileşme, yeniden yapılaşmaya yönelmişken niye ısrarla kat kat üstüne binalar dikiliyor…
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da, Başbakan Davutoğlu gibi düşünüyor. Belediye Başkanlarına yaptığı bir konuşmasında dile getirdiği şu görüşlere dikkat edelim. "Fevkalade bir hal olmadıkça yüksek binalar dikilmemesi" gerektiğinin altını çizdikten sonra, "Zemin artı 4, zemin artı 5... Bunun daha üzerine çıkmamalıyız. Zemin artı 10, zemin artı 15... Bu tür binalar değil. Biz kültürümüzün de derinliklerinden gelmek üzere estetiğe önem vermeliyiz. 40, 50, 80 katlı bina estetik olmaz mı? Olabilir. İnkar etmiyorum, reddiyeci değilim. Ama bir şeyi ortaya koymak istiyorum; insanoğlu toprağa yakın yaşamalı. Biz, çocuklarımızın rahat rahat inip çıkabileceği konutlar inşa etmeliyiz" diyor.
Kaldı ki, zemin artı 5 ifadesi İstanbul gibi metropoller için söyleniyor.
***
Devletimizin en yüksek iki makamının hassasiyeti önümüzdeki dönem için umutlarımızı yeşertiyor. Keşke, yakın zamanda başlanan yeni yapılaşma sahaları da gözden geçirilse. Henüz kazma vurulmamış alanlar için söylüyoruz.
Çok katlı yerine “toprağa yakın yapılar” inşa edilse. Mesela, “Dağ Mahallesi” için kesinlikle yüksek bina projeleri düşünülmemeli.
Aynı şey, “Veyisefendi Mahallesi” için de geçerli.
Üstelik, Erzurum gibi arazisi geniş bir İl’de yaşıyoruz.
Belediyelerimiz sırf bu gerekçeyle de olsa, imar planlarını yeniden revize etmeliler.
Projelendirme safhası sahici ve ikna edici olursa, hükümetten maddi kaynak aktarımında hiçbir sorun yaşanmayacağı aşikar.
Öyle ya, bizzat, Başbakan’ın taahhüdü var orta yerde.
“Dikey mimari değil, yatay mimariyi kadim şehirlerimizde egemen kılacağız” diyor.
***
Siyasetin lisanı nettir. Yeter ki, o dili takip eden ve yaşadığı kenti hakkıyla seven yerel yöneticileriniz olsun.
Kalemiyle yol açmaya çalışanlar için de geçerlidir bu uyarı.
Konuşulanlardan kentimiz için hisse kapmak niyetimiz varsa, devlet yöneticilerini can kulağıyla dinlemek ve buna göre adım atmak zorundayız.
Son örnek yine Sayın Davutoğlu’ndan olsun…
"… İstanbul bir semboldür. İnşallah İstanbul önümüzdeki dönemde bir Birleşmiş Milletler şehri olarak bütün insanlığın uğramadığı zaman kendisini kayıpta hissedeceği, bütün iktisadi faaliyetlerin orada bir etkisi olmadığı zaman kendisini kayıpta hissedeceği büyük bir dünya şehri olacak. Her bir şehrimiz bu büyük dönüşümden istifade edecek"
Ne mutlu mesajı alabilen yerel yöneticilere.
Ne mutlu o yöneticilerin bulunduğu kentlerde yaşayanlara.