ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Şehir Hastanesi TRSM’de el sanatları sergisi açıldı
Şehir Hastanesi TRSM’de el sanatları sergisi açıldı
Erzurum’da uyuşturucu ile mücadelede kararlılık
Erzurum’da uyuşturucu ile mücadelede kararlılık
19 Mayıs Gençlik haftası başladı
19 Mayıs Gençlik haftası başladı
Doğu Anadolu Kitap Fuarında geri sayım
Doğu Anadolu Kitap Fuarında geri sayım
Çakmak Özel Gereksinimli Öğrencilerle Buluştu
Çakmak Özel Gereksinimli Öğrencilerle Buluştu
HABERLER>ARAŞTIRMA İNCELEME
7 Ekim 2009 Çarşamba - 03:05

Erzurum’dan Gürcistan’a (2)

Daha anlatacak çok şey var. Lakin biz tadında bırakalım. Bu renk ve ışık cümbüşü şehirden bir akşam üzeri ayrıldık. Ecdat yadigârı bir beldeyi geride bırakmanın burukluğunu yaşarken, kısa süreli de olsa ayrıldığımız memleketimize sağ salim, kazasız belasız kavuşmanın mutluluğu ile vatan topraklarına ayak bastık… Son söz. Oralar da güzeldi, ama insanın doğup büyüdüğü memleketi gibisi yok vesselam…

Erzurum’dan Gürcistan’a (2)

Temel Vural
Araştırmacı-Yazar
 
 
GÜRCİSTAN’DA BİR ARDAHANLI
Adının Hüseyin Alavere olduğunu ve dedelerinin Ardahan’dan geldiğini söyleyen 1932 doğumlu bu amcayla kırk yıllık bir ahbabımızla sohbet eder gibi muhabbet ediyoruz. Giyimi, kuşamı, konuşması, aksanı, telaffuzu ile Kuzeydoğu Anadolu’da rastlayacağımız herhangi bir hemşerimizden bir farkı yok. Türkiye’de bir yerde görseniz kesinlikle Artvin’lidir dersiniz. Zaten orada gördüğümüz pek çok Gürcü vatandaşını bizim vatandaşlarımızdan ayırmak oldukça zor.
Hüseyin amca, zamanında çok çileler çekmiş. Sürgüne gönderilmişler. İki yıllık bir sürgünden sonra Stalin’in emriyle tekrar geri getirilmişler. Vatanlarına geri gelmeye gelmişler lakin, bu sürgün yıllarında yakınlarını kaybetmiş.
Hüseyin amcayla aramızda şöyle bir konuşma geçiyor:
-Adım Hüseyin. 1932’de dünyaya gelmişim. Acara bölgesindenim. Gürcüyüz. Köyüm Batum’a 120 km uzaklıkta. Orda yaşiyoruh. Şimdi Batum’da oturiyeruh. Elli birinci yılda bizi sürgün ettiler. Evinen barabar. Orda bir gelinim öldü. İki yıl kaldık orda. Soğra Stalin bizi geri getirdi. Bizi hep süreceidiler. Oni de benim Allah’ım koymadı.
Çocuklarından bahsediyor:
-İki oğlan var burada, bir gız. Gızım köçmiştür, 4 tene uşağı vardur, iki tene uşağı institütde (Enstitü) oher. Birinci posta hekimluğa oher, obiri akedemiyada oher. Oğlumun uşahları biri Moskov’dadur. Bir de gızi ordadur. Orda yaşıyerler on yıldur. Obir uşahda bennen barebardur. İki tene gızi var bir oğli vardur. İki tene gızını abu Sebervalın ayında koçürduh. İkisi de Tiflis’de yaşiyerler gızlar. Oğlan küçiktür, şeye yolliyeruh. Türkiye’ye gidecah ilim ogrenmeye. Bunda ogrenmişdür. Kur’anı oher, namaz gıliyer, gılduriyer. On yeddi yaşındadur.
Torunundan iftiharla bahsederken, oğullarından ve kızlarından serzenişte bulunmadan da edemiyor:
-Çocuhlarım da muslimandur ama eh işte. Namaz yoh, ibadat yoh. Adi musluman. Bah şimdi ne diyem. Bu kominizma bize iş veriyerdi hama çocuhlarımıza dinimizi ogredemeduh.
Bu esnada camiye ziyarete gelen ve Türkçe konuşan biraz dekolte giyimli bir bayanı göstererek:
-Bunun muslumanluğundan ne olur. Musluman beyle giyinür mi? Bunlar musluman degil. Satanist bunlar. Benim çocuhlarımda aha bele.
Amcanın biraz sansürsüz ve gürültülü konuştuğunu görünce herhangi bir vukuat çıkması ihtimaline karşılık konuyu değiştirmek için soruyorum:
-Siz ne işle uğraşıyorsunuz?
-Ben emekliyim. Bişe yapmiyerim. On yıldur bişe yapmiyerim. Benim arabalarımız vardur ama duriyer arabalar. Çalışmiyer. Çalışmah yohdur. İş yohdur arabalrımız duriyer. Hele buyani bah. Nadur biliyersin? Şukur Allah’ın emrine. Allah’ın emrine biliyersin. Allah’ın emrine gene şukur. Bögunnnuğa şukur. Neden şukur? Çünki gavğa yohdur, bişe yohdur. Hala yemek parasi vardur. Yaşiyeruh Allah’a şukur. Oyanısıni Allah bilür.
Oğlum, Hüseyin Amcadan fotoğraf çekilmek için izin istiyor.
-Amca fotoğraf çekilebilir miyiz?
Hüseyin amca bu konuda gayet cömert:
-Helbet…Çeeeeek…
Bu arada dua ediyor. “Allah omur gun versin.”
Fotoğraftan sonra amca tekrar dua ediyor.
-E, Allah razi olsun. Adım Husen. Yazın onun altına. (Çektiğimiz fotoğrafın altına ismini yazmamızı istiyor.) Soyadım ”Alaverdioğli” 32’de doğmişim, ağnersin. Allah selemet versin. Allah’a amanat olasız hayti. Allah sahlasın. Turkiye’ye de selam gönderiyerim.
Ağzı dualı Hüseyin amca, Kur’an okuyup namaz kıldıran torununu iftiharla anlatırken bir taraftan da kaybolmuş bir neslin üzüntüsünü yaşıyordu. Ama elinden fazla bir şey gelmediğinin de farkındaydı.
SINIRLAR ÖTESİNDE OSMANLI KÜLTÜRÜ
Hüseyin amca en azından bir şeylerin farkındaydı. Peki biz ne kadar farkındaydık burnumuzun dibindeki bu kapı komşularımızın? Komşumuzu ne kadar tanıyorduk? Gürcistan denildiğinde kafamızda neler canlanıyordu? Birçokları için Sarp sınır kapısı arkasındaki dünya bazı süfli arzuları çağrıştırmanın ötesinde ne anlam ifade ediyordu? Halbuki üç asırdan fazla Osmanlı kültürüyle yoğrulmuş ve neredeyse bir asra yakın zamandır özünden koparılmış bu kardeşlerimiz, özlerinden ne kadar uzaklaşmış olsalar da bazı temel değerleri hala koruyabilmişlerdi. Onlara bir de bu gözle bakmak gerekmez miydi?
TÜRK ÇARŞISI
Hüseyin amcayla vedalaştıktan sonra, cami kapısının karşısındaki abdest alınacak çeşmelerin önünden geçip dar bir aralıktan caminin yan tarafındaki bir caddeye çıkıyoruz. Burası tam anlamıyla bir Türk Caddesi. İlk dikkatimi çeken şey büyük ve kırmızı renklerle yazılmış olan bir tabela.”Şen Kasap” Hemen yanında “Artvin Kasabı” arz-ı endam ediyor. Kasap olur da lokanta olmaz mı? Kasapların bulunduğu sırada birkaç Türk lokantası. Tavuk döner vitrinde adeta aç midelere davetiye çıkarıyor. Yan yana sıralanmış işyerleri içinde kahveler de ilk dikkati çeken işyerlerinden. Bu cadde özellikle Türkiye’den gelmiş olan hemşerilerimizin işlettiği iş yerleriyle dolu. Caddenin yakınında ise o bildik ve tanıdık manzaralarıyla Türk mahallesi.
GÜRCİSTAN’DA TÜRK GURBETÇİLER
Rizeli olduğunu öğrendiğimiz bir hemşerimize işlerin durumunu soruyoruz. Çok kısa ve net anlatıyor:
-Buraya gelip namusunla çalıştıktan sonra para kazanmak ve zengin olmak hiç de zor değil. Nitekim gerek Batum’da, gerekse Tiflis’te ve diğer Gürcistan şehirlerinde işlerini yoluna koyan Türkiye’den gelmiş yüzlerce esnaf var. Hatta buradaki ticaret potansiyelinin önemli bir bölümü bizden soruluyor diyebilirim. Ama buraya başka niyetlerle gelip, mesela içki, kadın, kumar gibi, çok iyi sermayelerle gelip de burada sermayeyi kediye yükleyen, bir dilim ekmeğe muhtaç olanlar da var. Sözün özü namuslu tacire her yerde iş ve aş var!...
Ne diyelim. Hemşerimizin bu akılcı değerlendirmesine bizim ilave edecek hiçbir şeyimiz yok. Burada, Gürcistan’daki iletişim şartlarına göre telefon kartı ve kontörü aldıktan sonra, yine hemşerilerimizin tavsiye ettiği, daha önce Türkiye’ye gelmiş Rize’de çalışmış, Müslüman bir Gürcü’nün refakatinde oradan ayrıldık.
GÜRCÜ REFAKETÇİDE MÜSLÜMANLIK MÜHRÜ
Refakatçimizin adı Muhammet. Üzerinde Allah ve Muhammet lafızlarının yazılı olduğu kolyesini gururla gösteriyor. Eğer hemşerilerimizin tavsiyesi olmadan tanışmış olsaydık, bizim güvenimizi kazanmak için böyle bir şey yaptığını düşünebilirdik. Ama bize referans olan arkadaşlara güvendiğimiz için hiç öyle bir şey gelmedi aklımıza. Muhammet, Müslüman olduğunu söylerken gözlerinin içi gülüyor. “Bu ayın 21. gününde ramazan başlıyor.” diye bize hatırlatıyor. “Oruç tutacak mısın?” diye sorduğumda, “Uc gün tutacayim.” diyor. “Niye üc gün?” diyince de “Ben Rize’ye gelip fındık toplamak için, çok zor. Ondan üc gün tutucayim.” diyor. Anlaşılan birileri Muhammed’e işin kolayı için fetva vermiş.
Muhammed namaz kılmıyor, ama demesine göre yakında başlayacakmış. “Sen başlayana kadar İnşallah birileri namazı da iki kılabilirsin diye fetva vermezler.” diye espri yapıyorum. Gülüyor ama bu latifeyi tam anladığını sanmıyorum. Zira bu latifeyi iyice anlaması için bizim çok bilmiş ekran ulemasını da tanıması gerekir.
Bu konuşkan yol arkadaşımız namaz konusundaki brifinglerine devam ediyor. “Benim ana namazını kılar, baba kılmaz. Baba da tık yok. Ama kurban keseriz.” diyor.
Mumammed arabanın ön koltuğunda bize rehberlik ediyor. Bu uyanık rehberimizin refakatinde şehir turu atıyoruz. Bizi, kırmızı ışıklarda geçmememiz konusunda şiddetle uyarıyor. Burada kırmızı ışık ihlali ve alkollü araç kullanımının cezası çok ağır. Ancak bu iki kural dışında diğer trafik kurallarını kimsenin taktığı yok. Hatta bu durum o kadar belirgin ki yol arkadaşım: “Galiba burada kurallara uyanları içeri alıyorlar.” demeden kendini alamıyor.
 Şehrin orta yerinde adeta yeşil bir ada görünümündeki Batum’un en büyük parkını geziyoruz. Son derece temiz bir çevre. Parkın orta yerindeki havuz alabildiğine berrak ve temiz. Çok dikkat ettim ama ne yerlere tüküren, ne de çöp atan kimseyi görmedim. Adım başı rastladığımız güvenlik görevlilerinden mi, yoksa çevre temizliği burada bir kültürel vaka mıdır? Onu tam anlayamadım. Ama gittiğimiz her parkta bu temizliği gördüm.
ÇAYKOVSKİ’NİN MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE TERAPİ
Bir hayli dolaştıktan sonra, akşam konaklayacağımız bir otel aramamız gerekiyordu. Bu işi acar refakatçimize havale ettik. Bizi beş yıldızlı otel konforunda bir Türk oteline götürdü. Türkçeyi adam akıllı konuşan bu rehberimiz oteli anlatırken espri yapmaktan da geri kalmıyor. “Otel çok temriz.(Temiz kelimesini böyle telaffuz ediyor) Tuvalet, banyo, klima , abs ve hava yastığı da var.” diyor gülerek. “Her bakımdan rahat ve güvenli.” diye de ilave ediyor. Konaklama ücretinde anlaşıp, bu temiz ve güven veren otele valizlerimizi bıraktıktan sonra refakatçimiz rehberliğinde dolaşmaya başladık. Bu arada akşam olmuş, şehir göz kamaştırıcı ışıkları ile daha bir etkileyici görünmeye başlamıştı.
BATUM’DA BÜYÜLEYİCİ GÜZELLİK
Batum adeta park ve yeşil alan zengini bir şehir. Ayrıca alabildiğine geniş meydanlar, geniş bulvarlar ve yollar buraların en dikkat çekici özelliklerinden. Gündüz gezdiğimiz park kadar olmasa da en az ona yakın büyüklükte iki parkı daha gezdik. Parkalar, gündüzle mukayese ettiğimizde en az birkaç misli kalabalıktı. Bu parkların birisinde gördüğüm manzara beni çok şaşırttı. Parkın uzak bir köşesinden müzik sesleri geliyordu. Bu müziğin ünlü Rus bestekâr Çaykovski’nin bir eseri olduğunu söylediler. Parkın o bölümü loş bir ışıkla aydınlatıldığı için uzaktan ne olduğunu anlayamadık. Yakına gelince gördüğüm manzara bana çok enteresan geldi.
 Ortada büyük bir havuz. Havuzun ortasından az önce duyduğumuz müziğin ahengine uygun olarak yukarılara fışkıran, müziğin ritmine göre alçalıp, yükselen sular. İnsanlar havuzun etrafında yerlere sere serpe oturmuşlar. Hiç kimse konuşmuyor. En ufak bir gürültü olmaksızın, loş ışıklarla renklendirilmiş, müzikle süslenmiş bu senfoniyi adeta bir ibadet aşkıyla dinleyip, bir ışık huzmesine dönüşen suların alçalıp, yükselişini seyrediyorlar. Bu, cezbeye tutulmuş gibi kendinden geçmiş topluluk, diyebilirim ki Batum’da gördüğüm en ilgi çekici kalabalıktı.
BİR DİLİM KARPUZA İKİ BAMBU BARDAĞI YA DA İNSANLIĞIN ORTAK DİLİ SEVGİ
Batum’da kaldığımızın ertesi günü Gürcistan’ın Tiflis’ten sonra en büyük şehri olan Kutaysi’ye gittik. Kutaysi dönüşü, Batum gibi bir liman şehri olan Poti’yi de gezdikten sonra geri dönerken, Batum yakınlarında bulunan ünlü botanik parkı geçtiğimizde, yol kenarında süs eşyalarının satıldığı bir kulübe önünde durduk. Tahminen 65 yaşlarında şişman bir Gürcü kadınla oğlu ya da torunu olduğunu tahmin ettiğimiz 16-17 yaşlarında bir genç bambu ağacından yapılmış süs bardakları satıyorlardı. Ya biz meram anlatamadık, ya da onlar yanlış anladı, bilemiyorum, bardakların fiyatında anlaşamadık. Dolayısıyla bu satıcıların yanından ayrıldık.
KARADENİZ’İN ETKİLEYİCİ GÖRKEMİ
Bardak almak için durduğumuz yerin manzarası gayet güzeldi. Bir tarafta adeta ayağımızın altında, alabildiğine uzanan göz kamaştıran maviliği ile Karadeniz, bir tarafta da uçsuz bucaksız gibi görünen yeşillikler. Bu doyumsuz manzaranın ortasında, rehberimizin isteği üzerine yolda yemek için alıp arabanın bagajına koyduğumuz karpuzu kestik. Karpuzun yarısın az önce bardakların fiyatını anlaşamadığımız yolun karşı tarafındaki yaşlı kadına ve yanındaki çocuğa gönderdik. Karpuzu alan kadın ve oğlu mimiklerinden anladığımız kadarıyla bize teşekkür ettiler. Az sonra da karpuzu alıp kulübeye girdiler.
Biz karpuz ziyafetini (!) bitirip, toparlanmaya başladıktan sonra, hareket edecekken, kulübeden çıkan genç elinde iki bambu bardakla bize doğru geldi. Anlaşılan bizim ikramımıza karşı onlar da bir jest yapmak istemişlerdi. Delikanlı bardakları bize hediye olarak getirmişti. Parasını vermek istediysek kabul ettiremedik. Karşılıklı minnet duygularıyla, selamlaşarak oradan ayrıldık.
Demek ki dili, dini, ırkı ne olursa olsun insanlığın fıtratında, mayasında mevcut olan sevgi, dostluk, muhabbet ve paylaşma duygusu uygun bir ortamda hemen kendini gösterebiliyordu. “Sevgi ve muhabbetin açamayacağı kapı yoktur.” sözü ne kadar da doğruydu.
IŞIKLANDIRMA BİR SANATTIR
Taktir edersiniz ki Gürcistan’da gördüğüm her şeyi burada anlatabilmem mümkün değil. Önemli gördüğüm, etkilendiğim ya da bir ibret dersi çıkarabilinecek, altı çizilmesi gereken hususları anlatmaya çalıştım.
Sanat ve estetik bakımdan gerçekten güzel eserler gördük. Bu yapılardan bir de Batum’un merkezindeki Virgin Mary Kilisesi. Kilise özgün mimarisiyle hemen fark edilen bir yapı. Benim üzerinde duracağım husus daha çok kilisenin ışıklandırılması ile ilgili. Gündüz ayrı bir güzellikte, gece göz kamaştıran ışıklandırmasıyla apayrı bir güzellikte, insanı cidden etkileyen bu yapıyı görünce, bizim tarihi eserlerimizin ışıklandırılmasındaki zevksizliğe hayıflanmadan edemedim.
TARİHİ ESERLERİN IŞIKLANDIRILMASI HASSASİYETİ VE BİZ..
Göz kamaştıran ışıklandırma dediysem, yanlış anlaşılmasın. Bizdeki rengarenk ışıklandırmaları kastetmiyorum. Tek bir renk kullanılmış. Hafif sarı bir renk. Ama bu ışıklar rast gele konulmamış. Binanın girinti ve çıkıntıları, eni, boyu inceden inceye hesaplanmış. Her lambadan taşan ışık farklı bir açıyla verilmiş. Ve ustalıkla yerleştirilen bu ışıklar binayı olduğundan kat kat güzel ve etkileyici kılmış. Bizim tarihi mekânlarımızın ışıklandırmasını yapanların buraları görmesini isterdim. Evet doğru yapılmış bir ışıklandırmanın nelere kadir olabileceğini görmüş olduk. Demek ki birkaç tane renkli lamba sarkıtmakla ışıklandırma olmuyormuş. Tarihi mekânları güzelleştirmek noktasında yetkili olanlara duyurmak isterdim bunu.
SON SÖZ
Daha anlatacak çok şey var. Lakin biz tadında bırakalım. Bu renk ve ışık cümbüşü şehirden bir akşam üzeri ayrıldık. Ecdat yadigârı bir beldeyi geride bırakmanın burukluğunu yaşarken, kısa süreli de olsa ayrıldığımız memleketimize sağ salim, kazasız belasız kavuşmanın mutluluğu ile vatan topraklarına ayak bastık…
Son söz. Oralar da güzeldi, ama insanın doğup büyüdüğü memleketi gibisi yok vesselam…

 
 
Kur’an Eğitimi ve Yaz Kur’an Kursları
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Yakup Yıldırım 16 Ekim 2009 Cuma 21:10

Değerli yazarımıza bu enfes üslubundan ve orjinal tespitlerinden dolayı teşekkür ederim.Önemli noktalara dikkat çekilmiş.Biz hakikaten de bazen burnumuzun ucunu göremiyoruz. Gürcistan bize hem coğrafya olarak hem de kültürel anlamda çok da uzak değil. Ama biz neleri unutmadık ki, Gürcistandaki kardeşlerimizi unutmayalım.

Yorumu oyla      6      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Bir Mâneviyat Sultanı (3)
Hüdâyî Hazretleri'nin ilmî hüviyeti sayesinde ulemâdan da birçok mürîdân ...
Erzurum’dan Gürcistan’a.. (1)
Erzurum’un değerlerinden, araştırmacı yazar Temel Vural’ın Gürcistan ...
Bir Mâneviyat Sultanı (2)
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin Sultan I. Ahmed ile münâsebet halkasının ...
 
Bir Mâneviyat Sultanı (1)
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. ...
Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr
Siyer, sözlükte “tavır, hareket, hayat tarzı, vaziyet, hâl, ahlâk” anlamlarına ...
Müezzinlik ve Ezan
Din hizmeti, gerçekten çok kapsamlı ve özellikli bir hizmettir. Onu, dar ...
 
Türk islam Sanatı
“İslam sanatında rastlanan büyük süsleme dehasına hiçbir halkın sınaî ...
Erzurum’un Sanat Değerleri
Altan Erbulak 11 Kasım 1929da Erzurum’da doğdu.Annesi, dini bütün bir ...
Atatürk ve TDK
TDK’nin kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Yüce Atatürk, 12 Temmuz ...
 
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Gazze’den Doğu Türkistan’a Dinmeyen Ağıt: Akif’in Uyarısı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Konunun Mülkiyeti 
Ayhan Kara
Ayhan Kara
Ülkü Ocakları Mektebi ve Yiğido Mehmet Şarkışla
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Bir başarı Hikayesi: ‘Erzurumspor’
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva