Medeniyetimizin temel taşlarından Necmeddin-i Kübra’ya ait bir aktarım yapalım.
Dost, düşman herkes ilmine, bilgeliğine saygı duyuyor. Moğol hükümdarı Cengiz de öyle.
Bulunduğu kenti kuşatıyor, yer ile yeksan tehdidinde. Bu arada Necmeddin_i Kübra’ya haber salıyor, “yanına gelmezse onu da öldürteceğini” bildiriyor.
Haberi alan bu bilge insan hiç tereddütsüz şu karşılığı veriyor; “yetmiş yıl beraber yaşadığım şehrimden ve bu şehrin insanlarından ayrılamam, bela da müşterektir”.
Sonuçta kent Cengiz tarafından ele geçirilince de, katledilmiş oluyor.
Derin bir öğreti var bu kıssanın içinde.
Belanın da paylaşılması ve yaşadığı kentin bir mabet hassasiyetince terk edilmemesi gerektiği.
***
Kuşkusuz kent üzerine yazınca, yerliler ve yeniler kavramlarıyla karşılaşıyorsunuz.
Yerliler, “eskiden beri ikamet edenler”. Yeniler ise, bir başka mahalden göçüp gelenler.
Erzurum’a bu açıdan baktığınızda, malum, yerlisi giderek azalan bir tabloyla karşılaşıyorsunuz.
“Nitelikli göç veren, aksini alan” söylemlerinden uzak duracağız. Derdimiz başka.
Medeniyetimiz ve beslendiğimiz bütün yerli, milli kaynaklar “kent” kavramını bu denli yüceltirken, bize ne oluyor da, eskilerin tarzına inat, terk-i diyar ediyoruz. Sonra da dönüp, bin türlü dert döküyoruz etrafa.
***
Cumhuriyet Caddesi trafiğe kapatılınca bir esnafın şikayet yüklü sohbetine muhatap olduk!
“Mahsus yapıyorlar ki, vatandaş AVM’lere gitsin”
Özü itibariyle söylediği aynen buydu.
Az üstündeki bir başka esnaf ise bir süre önce farklı şeyler fısıldamıştı.
“Sahipsiz bırakılmış memleket, şu hale bakar mısınız, vatandaş park yeri bulamıyor ki, gelip alışveriş yapsın”
Ayrıntıya inerseniz ikisini de haklı bulursunuz!
Baktıkları açı neyi gösteriyorsa ona göre söylem ve duruş geliştiriyorlar.
Oysa, daha alt katmanlarda farklı tespitler yatıyor.
Her yeni gelenin taşıdığı size ait olmayan yaklaşım tarzları.. Yakın geçmişe ait anlatılanlardan iki örnekle açıklamaya çalışalım.
Erzurum’un ruh iklimine ışık tutan Solakzade Sadık Efendi ile eski Baro BaşkanlarındanAbdulkadir Eryurt’un öğreten tavırları.
Farklı pozisyondalar, ama duruşlarıyla öğrettikleriyle bir bakıma benzer gibiler.
Zira, beslendikleri kaynak aynı. Yerliliği tarif bakımından büyüklerimiz çok daha süslenmiş örnekleriyle bu durumu anlatırlar.
Biz de doğru buluyoruz.
***
Yeniler, yeniliyorlar!
Tamir anlamında değil; tam tersi bozarak yeniliyorlar!
Cadde’nin trafiğe kapatılması artan araç sayısıyla oluşan hercümerçle elbet ilintilidir; ancak bize göre çok daha bağlantılı olanı, kente ait değerlerin tersyüz edilmesidir.
Diğerine hayat hakkı tanımayan anlayış.
Rastgele park edişler, yürürken hançereleri yırtarcasına sinkaflı konuşan edep, adap bilmez “yeni yetmeler”...
Bize göre doğru bir karar verilmiş, insanların az da olsa nefes almalarına zemin açılmıştır.
Bu durum sadece Ramazan ayına özel de olmamalı. İlerleyen zamanlar için de farklı pozisyonlar geliştirilmeli.
Bunlar geçici tedbirler tabii. Arzu edileni ise, Solakzadelerin, Eryurtların üslubunun yeniden hayat bulması.
Mümkün mü?
Neden olmasın!
Necmeddin-i Kübra bize ait bir kök değil mi?
Besin kaynağımızı yeniden oraya çevirsek pekâlâ bu gerçekleşir.
Sözümüz terk edenleredir.
Doğa boşluk kaldırmıyor! Açılan her alan yeni ile dolduruluyor! Ve çıplak gerçek o ki, “yeniler, yerlinin yerini tutmuyor”; bozuyor!
Kentin ahlaki kodlarına yeniden dönüş, içinde bulunduğumuz birçok sorunu kendiliğinden halledecektir.
Bunun biricik ve en kestirme yolu da belli. “Yetmiş yıl beraber yaşadığım şehrimden ve bu şehrin insanlarından ayrılamam, bela da müşterektir” deyip, ölümüne kadar kentini terk etmemek.
Bunu bilir, bunu söyleriz!
KAYNAK: http://www.gazetepusula.net/yazarlar/30/trafige-kapanan-caddenin-cagristirdiklari_1806.html