ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Atatürk Üniversitesi yeniden akredite edildi
Atatürk Üniversitesi yeniden akredite edildi
ETD ve  Türk Ocakları’ndan 24 Nisan tepkisi
ETD ve  Türk Ocakları’ndan 24 Nisan tepkisi
TÜBİTAK başarıyı ödüllendirdi
TÜBİTAK başarıyı ödüllendirdi
Tunceli yolunda heyelan tehlikesi
Tunceli yolunda heyelan tehlikesi
Ermenilerin katlettiği şehitler dualarla anıldı
Ermenilerin katlettiği şehitler dualarla anıldı

Mustafa Damlarkaya

Ölüm
15 Ekim 2014 Çarşamba

Sevgili  Annem’in Anısına !..
 
 “ Nerede olursanız olun,  velevki  yükseltilmiş burçlarda olun, ölüm size ulaşır.
( Nisa Suresi- 78) ”.
 “ O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz. ( Yunus Suresi -56)”.
  “ De ki ‘Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat  ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.’ (Secde Suresi- 11)”.
  Ölümden kesinlikle kurtuluş yoktur. Ölüm geldiğinde bir anda her şeyi alıp götürür. Ölüm hakikatlerin en müthişidir. Bunun için demişlerdir ki :
  “ Ölüm ölüm hezen ölüm her düzeni bozan ölüm
     Ölüm ölüm hezen ölüm evden eve gezen ölüm”
    Yüce Rabbimizin bir ismi de ‘El- Mümit’tir. Yani, ölümü yaratan ve canlılara ölümü tattıran yüce Rabbimizdir. Bediüzzaman’ın tabiriyle, ölüm; yüce Rabbimizin emriyle, vazife-i hayattan paydos, vazife-i hayattan terhis, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir, haps-i bedenden azat etmektir.
   Yüce Rabbimizin bir diğer ismi de ‘ El Hayy’ dır. Yani, hayat sahibi, ezeli hayata sahip olandır. Hayy kelimesinin zıddı , ölü ve cansız olandır. Ölünün özellikleri ise;  işitmemek, bilmemek, görmemek ve kendi iradesiyle iş göremeyip başkasının irade ve yardımına mahkum olan demektir. 
   Zaten, ölüm ‘ bu dünyadan kabir âlemine doğuş ‘ demektir. Bu doğuş tesadüfen ve rastgele olmuş bir olay değildir. Ölüm, hiçbir zaman bir yok oluş, bir son değil, yukarıda da dediğimiz gibi bir terhistir. Ebedi hayata açılan bir kapıdır.
  Rabbimizin bir diğer ismi olan ‘El Muid’, ölümden sonra dirilten demektir. Dünya hayatı sona erdiğinde, bütün nefisler ölümü tadarlar ve yeniden ilim dairesine geçerler. Bu bir iadedir ve bu mübarek ismin bir tecellisidir.
  Aslında insanın esası ruhtur. Ruha bir hayat sıfatı verilmiştir ki bu onda ebedi kalacaktır ve geri alınmayacaktır. İnsanın ölmesiyle ruh hayatiyetini devam ettirir. Ama artık beden elinden gitmiştir. Mahşerde ise ruha yeniden, beden daha mükemmel olarak iade edilecek, ruh bu yeni dirilişle, somut tüm lezzetleri ve elemleri, yeniden almaya başlayacaktır.
  Ruh bedenden ayrılınca varlığını devam ettiren latif bir cisimdir. Rabbimizin emrindedir. Ruh emir âlemindendir. Mahiyetini bizim bu aklımızın anlamasına imkan yoktur. Çünkü emir âlemi ; tartıdan, ölçüden, şekilden, renkten uzak olan varlıkların dünyasıdır. Maddeler için söylenen tüm somut kelimelerin, bu âlemde karşılığı yoktur.
  Ruh anne karnında bedene sonradan verilir. Ama ruh ebedidir. Tekdir. Ne bölünür ne de parçalara ayrılır. Öyle bir tesiri ve icraatı vardır ki bedenin her yerinde bulunur, fakat mekânı yoktur. Ne bedenin içinde ne de dışındadır. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine engel de olamaz. Ruh hiçbir kanuna benzemez. Bedende bulunduğu için bedene muhtaçtır. Faaliyetleri de bedenle sınırlıdır. Ölümle beden zindanında kurtulup hürriyetine kavuşunca beyinsiz düşünür, gözsüz görür, kulaksız işitir. Onun bedende iken ve bedenden çıktıktan sonra, sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bütün bunlar yüce Rabbimizin  sonsuz ilmi ve bilgisi dairesinde yapılır.
  Hayat ruhun bir sıfatıdır. Bitkilerde de hayat vardır ama ruh yoktur. Ruhun ‘görme, işitme, ilim, irade gibi sıfatları yanında bir de ‘hayat’ sıfatı vardır.
  Ruh, bu ilahi fiil olan ölümle bir ülkeden başka bir diyara göç ettirilmiştir. Bu göç eğer tesadüfe verilirse insanın dünyaya gelmesinin de kendi kendine olması gerekir ki bu mümkün değildir. Bu muazzam kâinatta tesadüflere hiçbir zaman yer yoktur.
  Nasılki insanın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir ; aynen öyle de dünyadan gitmesi de bir halk, takdir, hikmet ve tedbir ile olacaktır.
  Bundan dolayıdır ki insanın ölümden alacağı en büyük ders; hiçbir zaman ölümü unutmamak bütün hayatını ve işlerini ölüm ötesi ebedi hayata göre düzene koymaktır.
  Rabbimiz Allah (C.C.) Hazretleri, bütün canlıların ölümü tadacaklarını haber veriyor. Ayette geçen ‘tatma’ fiilinde, herhalde insanlar için büyük bir müjde vardır. Zaten bu tatma fiili, insana ölümden önce tattığı ,’ana rahmi, doğum ve dünya’ safhalarını hatırlatarak ölümden sonra da başka şeyleri tadacağını  haber vermektedir.
  Bu tadacakları arasında, ölüm ötesi ; kabir hayatı, tekrar diriliş, mahşer ve hesap safhaları tadılacak, bu silsile, cennet veya cehennemle nihayet bulacaktır.
 Cennette zevklerin en güzeli, en iyisi, diğerinde, cehennemde ise azapların en kötüsü, en acısı  tadılacaktır.
  İnsanın yaratılışının sebebi : ”  Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet
etsinler diye yarattım. ( Zariyat Suresi- 56) “ buyurularak bizim niçin yaratıldığımızın, yüce Rabbimiz tarafından, bizlere cevabı verilmiştir.
  Kâinat bizim için yaratılmış, bizler de Rabbimize kulluk etmek için yaratılmışız. Kâinatta bu vazifeyi yapan başka varlıklarda vardır. Ama insan kulluk vazifesini onlardan daha üstün yapabilecek bir istidata sahiptir.
  Mesela bir melek bir meyveyi, tefekkür edebilir. Ama o meyvenin tadını, kokusunu, kalorisini, vitaminini düşünemez ve tefekkür edemez. Zira kabiliyeti buna müsait değildir.
  Bu noktada insana bambaşka bir kabiliyet verilmiştir. İnsan gerek aklıyla gerekse hayaliyle, sadece hazır olan eşyayı değil, göremediği nice şeyleri de düşünebilir. Eline alıp yediği bir elmada, Allah’ın, Rezzak ismini külli manada tefekkür eder. Eğer dilerse düşüncesini  geçmiş ve gelecek zamanlara da götürebilir.
  Mesela insan, bütün varlık âlemi namına “ İyyake na’budü ” diyebilecek bir kabiliyettedir. Bunu, vücudunda vazife gören, her biri kendine mahsus bir ibadetle meşgul olan bütün organlar, duygular ve hücreler, varlık âlemi ve bütün mü’minler namına demenin bilinci ve şuurundadır.
  İnsan, kâinatta yaratılmış olan tüm mahlukatın fevkindedir. Kâinattaki ekmel-i mahlukatdır. Kâinat ona hizmet etmek için yaratılmıştır. O da Allah’a kulluk etmek için.
  İnsan ; akıl kuvvetini hikmet, şehvet kuvvetini iffet, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanabilen, muhabbetini ancak Allah’a vererek mahlukatı bu cihetiyle sevebilen, duygularıyla Allah’ın rahmet hazinelerini  açabilen ve faydalanabilen, kendisine bahşedilen akıl, ruh, kalp ve sır kuvvelerinin yüzlerini ebedi hayta doğru çevirebilen, sonsuz aczinin farkına vararak Allah’ın sonsuz kudretini, rahmetini, kemalini düşünebilen ve tefekkür edebilen, bedenini her türlü kirlerden ve pisliklerden, ruhunu günahlardan uzak tutarak İlâhi huzura çıkabilen, kendisini Allah’ın en mükemmel varlığı olduğunu bilerek yaptığı ibedetleriyle ruhanileri ve melekleri kıskançlık derecesine getirerek onların temaşasına sunabilen, bu gibi ulvi gayeler için yaratılmıştır.
   Ama ne yazık ki birçok insan, bu gibi ulvi gayeleri bırakarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çalışıp çabalamaktadır. Tüm kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğunu bilmesine rağmen ne yazık ki elması, kömüre tercih edip çevresindeki insanların beğenisini kazanmayı gaye edinmesi ne kadar da edna bir davranıştır.
  Halbuki insan kâinat ağacının meyvesidir. Ruhunu ve bedenini Allah’a satmakla,  karşılığında cenneti alacak ve ebedi hayatta, ebedi rahata  kavuşacaktır.
  Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ama bu, dünyayı kötü göstermeyi gerektirmez. Çünkü dünya hem ahiretin tarlasıdır hem de Allah’ın isimlerine aynadır. Bu yüzden dünyanın, oyun ve eğlence cihetine bakmamalıyız.
  Mesela gökyüzünde yüzen Ay ile Güneş nasıl ki kendilerine verilen görevi eksiksiz yapıyorlarsa en mükemmel varlık olan insan da kendisine verilen görevi kusursuz yapmalıdır. Eğer yapmazsa İlahi kanunun cezasını çeker, yüzü gülmez, iç âlemindeki fırtınalar dinmez, hayat onlar için çekilmez bir işkenceye dönüşür.
  Halbuki Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) lezzetleri acılaştıran ölümü çok anmamızı tavsiye etmektedir. Ölümle zevale eren ömrümüz, yeni bir kemale yol alacağı için, o kemal için çalışmamız gerektiğini hiç unutmamalıyız.
  Ölüm ötesinde ebedi bir hayatın olduğunu bilenler, dünyanın fani, gereksiz, geçici meşgalelerine kendisini kaptırmaz, dünyasının yanında ahiretini de beş başı ma’mur etmeye çalışırlar.
  İnsan kendisinin aciz, dünyanın fani ve aldatıcı, ahiretin ise çok yakın olduğunu ancak ölümle anlar.
   “ Ölmeden önce ölünüz” mübarek hadis-i şerifi de bizlere, ölüm gelmeden önce uyanmamızı, hayatımıza ve kendimize çeki-düzen vermemizi ihtar etmektedir.
  Bu emri dinleyen, dünyayı bir misafirhane, vücudunu ise bir emanet bilir. Kalbini ve ruhunu bu aldatıcı şeylerle boğmaz, ömrünün muhasebesini dünyada yapar, dünyada iken ahirete hazırlanmış olur. Orada olacakları, burada dinleyen insanlar kârlıdırlar.
  Allah’ın rahmetine dünyada iltica edenler, bahtiyar insanlardır. Bunlar ahirette Allah’ın lütfuna erme mutluluğunu yaşarlar. Akıllı insanlar, ölmeden önce ölmenin sırrına erip ölümü hayatta iken geçip mahşere bu dünyadan çıkıp hesaplarını burada vermiş ve itaatkâr bir kul olarak Allah’a kavuşmuşlardır.
  İşte bu gerçekler doğrultusunda Annem de kendisini Allah’a adamış, 90 yıllık ömrünü bu şekilde geçirmiştir. Daha beş yaşında namaza başlamış, namazlarını hiç aksatmamış, tüm dini vecibelerini yerine getirmiştir. 9 yıl, üst üste üç ayları şikayet etmeden, sevabına inanarak tuttu.
   2004 yılında geçirdiği bir operasyonla sağ ayağını katbetti. Uzun süre hastalığının ilerlemesi neticesinde, çileli yıllar geçirdi. İnşâAllah Peygamberimizin, çilenin imanla doğru orantılı olduğuna işaret eden “  Allah sevdiği kullarını büyük imtihanlardan geçirdikten sonra, ahiretine alır” yolundaki mübarek hadis-i şerifine mazhar olmuştur.
   Çünkü O, bunun bir imtihan olduğunu hep bildi. Allah’tan geldiğine inanarak sabretti. O durumunda dahi hep Allah’a şükredip Allah’a tevekkül etti.
   Bizler de evlatları olarak elimizden geldiği kadar, yatağa bağımlı olan Annemize en iyi bir şekilde hizmet etmeye çalıştık.
  “ Cennet anaların ayakları altındadır” mübarek hadis-i şerifince abdestini aldırdıktan sonra, o tek ayağını öpmem, bana çok büyük bir zevk verirdi, bundan büyük mutluluk duyardım.
  Son anlarında, Kur’ân’ın okunduğu, kelime-i şahadet ve kelime-i tevhitler eşliğinde oluşan, Kur’an ve imân bahçesinde, bize eşlik ederek ruhunu Rahman’a teslim etti. Bir tatlı bakışla, bir gülüşle. Hamid’in değişiyle “ Şimdi buradaydı gitti elden / gitti ebede gelip ezelden”.
  Azrail (A.S.) ruhunu, tere yağından kıl çeker gibi, gözlerimizin önünde suhuletle, rahatlıkla, kolaylıkla aldı. Ne rahat bir ölüm idi, ya Rabbi !.. Eskilerin tabiriyle tam bir “Kocakarı” imanıyla ruhunu teslim etti. “ Bir nur ki meyl-edince hâbe (uykuya) “ gibi. Ameli  güzel olduğu için, gözümüzün önünde böyle rahat bir can verdi. Sanki, İnşâAllah, Nahl Suresi, 32. ayetinin belirttiği gibi. Ey Rabbim !..Bizlere de böyle kolay can vermeyi nasip et. Âmin !..
  Ameli kötü olanların, inanmayanların, canları, İmam-ı Gazali’ye göre “ Ölüm acısı, ruhun kendisine sirayet ettiğinden, bütün sinirlerden, damarlardan, adale, mafsal ve her kılın ucundan ruhun duyduğu acı ; kılıç yarsından, testere ile biçilmekten, makasla doğranmaktan daha ağırdır. Ölüm anında büyük bir feryad-ı figân ederler. Dili tutulur, azaları dermandan düşer, dudakları sarkar, dili içeri çekilir, can boğazına gelinceye kadar, acılar üstüne acılar eklenir”.
  İşte, Kur’ân’ın emirlerine uymayanların ölüm anında, Muhammed Suresi 27. ve Enfal Suresi 50. ayetlerinde belirtildiği gibi, canları şiddetli bir biçimde alınacaktır.  Ey Rabbim !.. Tüm mü’minleri böyle can vermekten muhafaza eyle. Âmin !.. 
  Kur’ân-ı Kerim’de anne ve babaya merhametli davranılması üzerinde durulur. Bundan dolayı çocuk anne- babaya bakmakla mükellef kılınmıştır.
  Ama bugün gel gör ki şehirleşmenin artmasıyla azalan geniş aile kültürü, yaşlıları huzurevine sığınmaya itmektedir.
  Maaşı olmadığı veya az geldiği için, anne ve babasını huzurevine kapatıp hiç ziyaretine gitmeyen, hayırsız evlatlar var. “ Bugüne kadar kimse ziyaretime gelmedi. Benim ziyaretime gelmeyen çocuğumun evinde nasıl kalabilirdim ki “ diyerek ağlayan, huzurevindeki anne ve babalar var.
  Huzurevi modern toplumun bir problemi olmuştur. Hatta ataerkil aile yapısının hakim olduğu Anadolu şehirlerinde bile artık huzurevleri açılmaktadır.
  Aile büyüklerini huzurevine terk etmek hem insani hem de İslami değildir. Hele bir de gücü yettiği halde, annesini huzurevine götürmek için kapı kapı dolaşan ve bunu dillendirenlerin ‘kişilikleri ve şahsiyetleri ‘  yoktur diyebiliriz.
  Ya bir de planlanan gezilere katılarak Avrupa’da dolaşmadığı şehir ve ülke bırakmayarak bununla övünüp anne ve babasının cenazesine katılmayanların herhalde hiç affedilecek tarafları yoktur.
  Bizlerin de zamanla şahit olduğumuz, sokak kedilerini besleyen, evde kedi ve köpek besleyip sözde bunlara merhamet ettiğini söyleyen merhametsizlerin, anne ve babalarına bakmamaları ve onları bakımevlerine terk etmelerinin izahı yoktur. Bunlar zalimlerin taa kendileridir. Hiçbir evlat, ana ve babasının hakkını ödeyemez.
  Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, “İnsanın ailesi onun bir cennetidir” Cennet hanesi olan evden, ebedi hayata, ruhun meydanı cevelanı olan asıl cennete uçtu Anneciğim. Şu çile, meşakkat ve  gölgelik olan dünyada, ömrünü büyük bir annelik şefkatiyle çocuklarına, hep iyiye, güzele, doğruya, faydalıya, fedakârlığa, insaniyete harcayan ince ruhlu Anneciğim asıl dünyaya tayeran etti.
  “Anne kalbi, çocuğun okuludur” güzel sözü gereği, bizlere dinimizi öğretmede, sevgi ve saygıyı yaşatmada görevini yaptı. Bizleri yetiştirip ekmek sahibi yaparak vazifesini fazlasıyla ifa etti.
  Doğu’nun o kış, kıyamet ikliminde, hamasi duygularla büyümüş bizlere, o munis ve okşayıcı sesiyle, bir zerafet abidesi olarak o hassas ruhuyla, ruhumuza ektiği bütün güzel tohumlar, onun sularında büyüdü, yeşerdi.
  Bizim gibi, saf Anadolu çocuklarına düşünmeyi, insanlığı öğretti. İnşâAllah şimdi de ahirette yaptıklarının meyveleri ile buluşmaya gitti.
  İnsan, yaşı ilerledikçe ölümün haklılığını, vazgeçilmezliğini ve zaruretini daha iyi anlıyor.
  Nasıl ki yaz, güze ve kışa yer veriyor, gündüz de akşam ve geceye katiyetle değişiyorsa gençlik dahi yaşlılığa ve ölüme değişecek.  Sevgili Anneciğim de böyle değişti.
  Çünkü ölüm o kadar kati ve zahirdir ki değişmez büyük kanunlar gibi, başımıza gelecektir.
  Kabir, âlem-i  ahirete açılan bir kapıdır. İşte o kapı açıldı ve ahiret âlemine mümtaz bir Hanımefendiyi götürdü. Çektiği bütün çileleri bitti. İnşâAllah şimdi saadete gitti. Yüce Rabbim, sevgili Annemi, hayat-ı fâniden, hayat-ı bâkiyeye aldı.
  İşte bu ölüm nedeniyle bizler de deriz ki “ Ölüm bir yok olma değildir. Bir hiçlik değildir. Bir fena ve sönmek değildir. Ebedi bir ayrılık değildir. Zeval bulma değildir. Yüce Rabbimiz tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Ebedi saadete bir sevkiyattır. Dostların bulunduğu, âlem-i berzaha bir kavuşma kapısıdır”.
 Yüce Rabbim, Annemi ve ahirete intikal eden,tüm anneleri, sonsuz rahmet ve mağfiretiyle affetsin. Bunları Fatıma Anamıza (R.A.) komşu etsin. Mekanları cennet, makamları Cennet-ül Firdevs, Cennet-ül Adn olsun. Ruhları şâd olsun. Âmin, Âmin !..
 “ Sen Hâlıkımızsın ettik imân / Bir sende bulur bu ye’s pâyan / Sen varken olur mu âhiret yok / Yok şüphe ki sende mağfiret çok ) “.   Abdülhak Hamit Tarhan

  “ Annene hizmet et. Çünkü cennet anaların ayakları altındadır”  Hz. Muhammed (S.A.V.)

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 3 yorum var, 3 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen 3 yorum var.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Razi Damlarkaya 21 Ekim 2014 Salı  19:48

Sevgili Abim Annemiz ve butun anneler icin yazdigin bu guzel yazin icin cok tesekkur ederim.InsAllah bir cok insan bir ders cikarirda butun anneler omurlerini hayirsiz degilde hayirli evlatlari ile gecirir.

Yorumu oyla      10      4  
süleyman zeki damlarkaya 21 Ekim 2014 Salı  15:27

ÖNCE BİR YAZAR OLARAK SONRA AMCAM OLARAK ELLERİNDEN ÖPERİM YAZINDAN GERÇEKTEN ÇOK ETKİLENDİM ELLERİNE SAĞLIK ERZURUMUN GERÇEK SESİSİN AMCACIM NE MUTLU SENİN GİBİ BİR AMCAM OLDUĞU İÇİN

Yorumu oyla      10      4  
MUHAMMET ALİ ÇİÇEK 15 Ekim 2014 Çarşamba  17:23

Hocam yine anfes bir yazı paylaşmışsınız Allah sizden razı olsun.Annenize Allah'tan rahmet,siz geride kalanlara uzun ömürler dilerim.Başınız sağolsun.

Yorumu oyla      11      4  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Ayağın Sürünmesi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva