“Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Elbette bunda görebilenler (kalp gözü açık) olanlar için, alınacak bir ders vardır. (Nur- 44 )” buyurulmuştur.
Yüce Rabbimiz bu mübarek ayette geceyi, gündüze ; gündüzü geceye dönüştürüp sürelerini uzatıp kısalttığını bildirmektedir.
Yine yüce Rabbimiz “ Gece ile gündüzü iki ayet yaptık. Gece ayetini ( Ay’ı) sildik, gündüz ayetini (Güneş’i) gösterici kıldık ki ; Rabbinizden bir nimet arayasınız, senelerin ve hesabın sayısını bilesiniz. Biz her şeyi açık seçik anlattık. (İsrâ- 12)” buyurarak bu ayetlerde gece ile gündüzün biribirini izleyip bir devridaim halinde sürüp gitmesine insanların dikkatleri çekilerek ; olan bu olayların sebebinin ve hikmetinin araştırılması ve insan aklına, düşüncesine ve ilmi tespitlere bırakılıyor.
Çünkü bu mübarek ayetlerin bildirdiğine göre, bu olaylarda çok faydalı ve düzenli bir olay vardır. Bu da her haliyle ve yönüyle, insan hayatına yöneliktir.
Görülüyor ki yüce Rabbimiz, insanı yaratmadan önce, insan için, hayat ortamını ve şartlarını hazırladığını ve hayatın belirlenmiş süre içerisinde devamını sağlayan kanunlarını koyduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Birinci ayetin birçok anlamı yanında, dünyanın yuvarlak olduğuna ve dünyanın dönmesine işaret edilmektedir.
Bu mübarek ayette, önce gecenin anılması, dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü ve dünyanın batıdan, doğuya doğru döndüğüne işaret edilmektedir.
Bu olayla ilgili olarak Yâ-Sin Suresi’nin 40. ayetinde “ Ne de gece gündüzün önüne geçebilir. “ buyurularak dünyanın ters dönüş yapmasının, yani doğudan batıya doğru dönmesinin mümkün olmadığı belirtilmektedir.
Bu mübarek ayette geçen “yükallibü” fiili, gece ile gündüzün yer değiştirmesini, ardı ardına gelmesini ifade etmektedir.
Furkan Suresi 62. ayette de “ Gece ile gündüzü birbiri ardınca getirme” manasını taşımaktadır. Yine bu kelime “ışığın yerini karanlık, karanlığın yerini ışığın alması gibi, sıcaklığın yerini soğuğun, soğuğun yerini sıcaklığın alması” manasına da gelmektedir.
Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân, Resulullah (S.A.V.)’in en büyük, ebedi ve ihtiva ettiği esrarengiz kelâmi yapısıyla bir mucizesidir.
Kur’ân-ı Kerim, insanlar için bir hidayet rehberi olmakla beraber, asıl gaye
olarak da insan aklını ve değerini yükseltmek, maddi- manevi yönden onu ödüllendirmek ve onun daima doğru yolda olmasının devamını sağlamıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de, âlemin yaratılışı ile ilgili pek çok ayet mevcuttur. Yakın zamanlara kadar bu ayetler itikadımızı alakadar etmekteydi. Bugün ise nice ilmi incelemelerin, fenni keşiflerin konusu olmaktadır. Bilhassa son zamanlarda Kur’ân-ı Kerim’in modern ilimlerin konusuna giren ayetleri, bu ilimlerin metotlarıyla incelenmesi sonucunda görülmüştür ki bu modern ilimlerin vardığı neticelerle Kur’ân ayetleri tam bir uyum hali arzetmektedir.
İşte bu mübarek ayetlerde gece ile gündüzün nasıl düzenlendiği konu ediliyor, ayın güneşten kopma bir ateş parçası olduğu, o yüzden önceleri gece ile gündüz diye bir düzenleme bulunmadığı, sonraları ayın sönüp bugünkü duruma getirilmesiyle gece ve gündüz düzenlemesi sağlandığı, İsrâ Suresi, 12. ayette belirtilmiştir.
Tabiat olaylarını gözleyip derinlemesine neticeler çıkartıp dersler alarak bilim yapan ve oradan da Allah’ın varlığına varan kabiliyetli, gönül gözünü ifade eden bu ayetteki “basiretler” anlamına gelen “ el-ebsâr” kelimesi de takdire şayandır.
Gece ile gündüzün ard arda gelmesini gözlemleyip bu harika hareketteki İlâhî kudreti görüp buradan Allah’ın varlığına varmak gerekir.
Tabiat olayları kendi başına bir anlam ifade etmez. Tabiat; başında ustası olan bir matbaa, elinde kalem ve kağıdı olan bir yazar, direksiyonun başındaki bir kaptan, kokpitte oturan bir pilot gibi, kendisini idare eden gizli ve yüce bir kudretin emerindedir. Nasıl ki bunlar, başlarında bulunan sınırlı bir iradenin emriyle hareket ederler ve iş yaparlarsa tabiat olayları da sonsuz bilgi sahibi olan yüce Rabbimizin emri ile hareket ederler, O’nun emri ile iş yaparlar ve O’nun emrinden dışarı çıkmayan birer mahlukturlar.
Bu ve buna benzer tabiat olaylarından ders alıp Allah’ın varlığına varmak gönül gözüne sahip olmanın delili olmaktadır, herhalde.
Yüce Rabbimiz insanlara kafa gözlerinin yanında, bir de kalp gözü vermiştir ki bunu çok iyi çalıştırmak gerekir.
Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân’ın uyguladığı İlâhî metotlardan biri de Allah (C.C.)
Hazretleri’nin, kendi varlığına ve kudretinin sınırsızlığına delâlet eden belgeleri
ana tema olarak vermesidir.
Gece ve gündüzün birbirini izlemesi hakkındaki esas bilgi de bu temalardan biridir.
Nitekim bu mübarek ayette “ Şüphesiz ki bunda kalp gözü açık olanlar için ibretler vardır. ” buyurulması, bütünüyle akla, sağduyuya ve ilme yönelik olduğunu göstermektedir.
Geceyi, gündüzü, Ay’ı ve Güneş’i yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp giderler. (Enbiya – 33)” ayeti ve Lokman Suresi 29. ayeti, Güneş, Ay ve yıldızların her birinin bir yörüngede akıp gittiklerini bildirmektedir.
Saffat Suresi’nin 5. ayetinde de Güneş’in her seferinde evrenin farklı noktalarından doğup battığını haber vermektedir. Bilim adamları bunu da ispatlamışlardır.
Ankebut Suresi’nin 41. ayetinde ; dişi örümceğin büyük, erkek örümceğin küçük olduğu, yuvayı dişi örümceğin yaptığı, örümceğin yuvasının, evlerin en çürüğü olduğunu; canlıların yuvayı sıcaktan, soğuktan, her türlü tehlikelerden korunmak için yaptıkları, ama dişi örümceğin yuvasını, yok etmek, öldürmek ve yemek için yaptığını, hatta erkek örümcekle çiftleştikten sonra onu yediğini, bu yüzden dişi örümceğe güvenilmemesi, Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumlarının bu dişi örümceğe benzediği, insanlara duyrulmuştur.
Zümer Suresi’nin 21. ayetinde de yağmurların yer altı su kaynaklarını oluşturduğunu bildirmiştir. Bu bilgi de ancak 16. yy. ikinci yarısında bilimle ispat edilmiştir.
Zariyat Suresi’nin 47. ayetinde, evrenin sürekli genişletildiği bilgisi, Enbiya Suresi 30. ayetinde de göklerin ve yerin bitişik olduğu “ Biz, onları ayırdık” bilgisi verilmektedir ve bu bilgiler de müspet bilim tarafından ispat edilmiş ve bu konudaki bilim adamlarının görüşleri, bilim adamları ve özellikle fizikçiler arasında kabul görmüştür.
Yine Rahman Suresinin 19. ve 20. ayetlerinde, iki denizin sularının birbirlerine karışmadığını da Kaptan Kusto bularak bunu ispatlamıştır.
Dünyanın dönüşü ile beraber az bir miktar da olsa Dünya’nın etrafında, sürekli bir madde kaybının olduğunu bilim adamları doğrulamış, Nasa bu farkın, % 0.3 olduğunu ispatlamıştır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim, Rad Suresi 41 ve Enbiya Suresi 44. ayetlerinde “uçlarından eksiltiyoruz” buyurarak bu eksiltmeyi haber vermiştir.
Bilimin Pulsar, Kur’ân’ın “ Tarık” dediği yıldızın “tık tık “diye ultrasonik sesler çıkardığını, bilim kayıt altına almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de “Tarık Yıldızı” olarak geçen, Kur’ân’da kendisine yemin edilen bir yıldız olduğu bildirilmiştir. Arapça‘da da Tarık, ‘kapıyı çalan’ manasına gelmektedir.
“Gök yarılıp da erimiş yağ gibi, kıpkırmızı bir gül olduğu zaman. (Rahman-37)” ayetinde ifade edildiği gibi, günümüzde de yapılan uzay araştırmaları sonucunda bilim adamları, erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül renginde bir Nebula ( gaz, toz, hidrojen, helyumdan oluşan bulutsu yapı ) ile karşılaşmışlardır.
Yine, Nahl Suresi’nin 68. ve 69. ayetlerinde dişi arıdan bahsedilmiştir. Ayrıca
uykuda kulakların aktif olması ( Kehf- 11) kulak uykuda iken aktif olan tek duyu organımızdır, uykuda hareket etmenin önemi (Kehf-18), yükseklik arttıkça göğsün daralması ( En’am-125), demirdeki sır (Hadîd-25), dağların sürüklenmesi (Neml-88 ), insanın yaratılışı (Alak-1, Rum-27, Hicr-42 yaratılıştaki çiftler (Yasin-36) , bitkilerde erkeklik, dişilik ( Taha-53, Rad-3 ), bulutların ağırlığı ( Araf-57, Rad-12) ile ilgili bilgiler, Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân’da zikredilmektedir.
Bir kitap düşününüz ki bilimin ancak 100 yıl önce keşfedebildiği nice hakikatleri ve ilmi bilgileri taa 1400 sene önceden haber vermektedir ve bu haberleriyle,
Kur’ân’ın, kâinatın sahibi ve maliki, yüce Rabbimizin kitabı olduğunu ispat etmektedir.
Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân, uzayın derinliklerinden, Dünya atmosferinin korunmuş tavanından, denizlerin birbirine karışmamasından, denizlerin altındaki iç-karanlık dalgalardan (bu konuyu daha önceki bir yazımızda yazmıştık), arıdan, örümcekten, yıldızların yörüngelerinden vb. birçok konulardan bahsetmiş, bunların hepsi de müspet bilim tarafından ispatlanmıştır.
O halde Kur’ân-ı Kerim, ancak ve ancak tüm kâinatı yaratan ve sonsuz bilgi sahibi olan yüce Rabbimiz ALLAH (C.C.) Hazretlerinin indirilen son kitabıdır.
Kâinatta ne varsa ondan bahsetmekte ve bahsettikleri de hep doğru çıkmaktadır. Bunları haber veren, Hz, Muhammed (S.A.V.) de O’nun son peygamberidir.
Düşünebiliyor musun ki gökyüzüne ait bilgilerin hurafe sayıldığı veya yanlış olduğu veya insanların gündeminde böyle konular yokken, okuma, yazma bilmeyen bir Zât-ı Akdes çıkıyor, bu iddialarda bulunuyor, müşriklere muhalefet ediyor ve onları kendi doğruluğu hakkında şüpheye düşürüyor.
Şimdi nefislerine zulmedenlere şöyle diyoruz : Hiç mümkün müdür ki bilim ve teknolojinin gelişmediği, 7. yüzyılın ilk çeyreğinde, bir büyük Zât çıkıyor, korkmadan ferman ediyor ve bu hakikatleri, o asrın insanlarına ve gelecekteki tüm insanlığa duyuruyor.
Bugün dev teleskoplarla keşfedilen bu hakikatlerin, 1400 yıl önce, okuma-yazma bilmeyen, bir büyük Zât tarafından keşfedilmesi mümkün müdür ?
Haber veriyor ve verdiği hakikat haberleri, bilim adamları tarafından tasdik ediliyor.
Bu soruların cevabı ancak ve ancak, Allah’ın (C.C.) ‘ın varlığı, Kur’ân’ın Allah kelamı, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in de son peygamber olduğuyla izah edilebilir.
Eğer Kur’ân-ı Kerim’in insan kelamı olduğu kabul edilirse ortaya cevap verilemeyen binlerce soru çıkar, Kur’ân’daki hiçbir bilimsel haber de izah edilemez.
Bütün bu sorulara karşı gerek aklı gerekse kalbi ikna edebilecek tek cevap
Allah’ı, Peygamberi ve Kur’an’ı tasdik etmektir. Elhamdülillah, inandık ve tasdik ettik.
Ey nefsinin esiri olanlar !.. Allah’tan başka dost edinmeyiniz. Eğer edinirseniz durumunuz o dişi örümceğe benzer.
Selam ve dua ile…