“ Erzurum’un kurtuluşu, şehrin sivil bir inisiyatifle kendi kaderine hâkim olmasından geçmektedir. Bu sivil iradenin ortaya çıkması gecikirse, belki eskiden olduğu gibi Erzurum baykuşların öttüğü viran bir belde olmaz ama sıradanlaşan şehirler kervanında bir silik halka olarak kalı verir.” M.Ç. Baydar hemşehrimizin “Geçidi bekleyen şehir” isimli eserini okurken yukarıdaki yorumu dikkatlerimi celbetti. Günümüze baktığımızda menfi yönde gerçekleşiyor gibi.
Şehrimizle ilgili çok parlak nutuklar dinledik. Semalarımızda gök gürültüsü gibi gürledi döndü. Rahmete sebep olup yeryüzüne inerek insanlarımıza nimetlerini göstermedi. Hep teselliden nasiplendirildik. Söylenenlere, yazılıp çizilenlere resmi ve sivil inisiyatiflerde vurdumduymazlık hâkim oldu. Durmadan kan kayıp ediyoruz. Şehrimiz günden, güne geriye gidiyor. Hal ve gidişatımız gösteriyor ki sıradanlaşan şehirler kervanında bir silik halka olacak gibiyiz.
İşsizlik, esnafın tükenişi, halkın ekonomik sıkıntısı, nüfus göçü (Erzurum’da Erzurumlu tükenmek üzere), eğitimdeki seviye düşüşünün devamı, Erzurumsporun tarih olacak gibi hali, tarihe ve tarihi dokuya duyarsızlık, hele su cenneti sayılan, sularının tadına doyum olmayan şehrimizde, musluklarımızdan akan su içilmiyor. İmkanı olanlar paralı su içiyor, diğerlerinin ise sayısı çok aza düşmüş olan tarihi çeşmelerde su kuyruğu çilesi çekmesi iç açıcı bir durum değil.
Bunların yanı sıra 7 Kasım 2009 akşamı Habertürk kanalında Tarihin arka odası, 8 Kasım günü yine aynı kanalda Teke- Tek programlarında, Erzurum Kongresinin 90. yılı anısına Atatürk Üniversitemizce hazırlanan Albayrak isimli kitap hakkında; Gazeteci-yazar Murat Bardakçının küstahça yaptığı ağız kalabalığı, sonrası kitabın kapak üzerine baka, baka yere atması bizleri çok rencide etti. Yere bakar olduk. Erzurum ve Üniversitemizin şerefine yakışır bir durum değildi. Bir Üniversite yapmış olduğu yayında böylesi hataya nasıl düşebiliyordu.
Bendeniz emekli Fizik öğretmeniyim. Osmanlıca öğrenmeye çalışıyorum. Yazılarımda kullanabileceğim arşiv belgesi, kitabelerden gücümün yetmediklerini Üniversitemiz, İslam Tarihi ve Sanatları, Arap-Fars dilleri, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi kürsülerindeki dostlarımdan görüş alıp, kesinleştirdikten sonra yayınlayabiliyorum. Üniversitemizin eser tetkik komisyonları mutlaka vardır, biliyoruz.
Üniversitemiz bizim nazar boncuğumuzdur. Gözbebeğimizdir. Üniversiteler açan üniversitedir. Değerli bilim adamlarımız mevcuttur. Bu sahada (Osmanlıca) Prof. Dr. Hamza Gündoğdu, Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Prof. Dr. Nevzat Yanık, Prof. Dr. M.Sadi Çöğenli, Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu, Doç. Dr. Selami Bakırcı, Doç. Dr. Abdulkadir Yılmaz ve daha ismini sayamadığım nice hocalarımızın olduğu bir Üniversitede ki, Bunların gözünden kaçması mümkün değildir. Bu ihmal nasıl oluşmuştur? Merak içersindeyiz.
Aklımıza şu geliyor. Çalışmayı boş vermiş. Unvanıyla artık oturgan, gece ücreti peşinde koşan, işlerini öğrenciye, v.s yaptıran, üstüne düşeni yapmayı zahmet zanneden ama havasından yanına da kimseyi yaklaştırmayan hocalar varda bunların işimi?
Sayın Rektörüm sizi ve Üniversitemizi çok seviyoruz. Sizin gibi sahasında üst düzey bir cerrahın şehrimizde varlığı da bizler için bir nimet. Şehrimize ve Üniversitemize bir kor düştü mü bizim yüreğimiz yanıyor. 24 Mart 2009 tarihli köşemizde, Erzurum’dan beyin göçü konulu yazımızda sizlere yine seslenmiştik. Bu şehre sahip çıkın ihmallere fırsat vermeyiniz. Yüz akı dileği ile…