Hepimizin içinde esirler var. Çekingen olduğu için sakladıklarımız, ürkek olduğu için bağladıklarımız, hasta olduğu için zarlandıklarımız, gururlu olduğu için arlandıklarımız, ölü olduğu için mezar kazdığımız ve hasret olduğumuz için mahzunlaştığımız nice esirler…
Şahine atıp serçe düşürdüğümüz mazi , zalime atıp mazlum düşürdüğümüz yarınlar. Hep bahar avcısı gibi kaldık. Hac bavulu yastığımıza başımızı koyup göğe bakmaktan başka hayatımız olmadı…. Kendini seyretmek için gökten daha berrak ayna kalmamış elbet… Mamasını gözyaşıyla ıslattığımız kader hep bebek, biz doğdu doğalı ihtiyar kaldık. Hep dışımızın(bilmediklerimizin) şehir olduğu, içimizin(meçhulün) bir türlü bulunamayan adres olduğu, mızrabın ozanın parmağında çalı dikeni gibi battığı yıllar yaşadık.
Çalındık, saklandık, vurulduk, aldatıldık.. Ama illa da çalındık… Anlıyoruz ki çalarak efendi oldu eyvandaki insanlar. Çalarak güzelleşti ruh leylaları… Nedimden nefes, Kara Murattan fes, ‘Surname-i Hümayun’ dan kafes, vakıflardan kümes çaldılar v.s, v.s…
Bir üstün nizama muhatap hamlesi olmayanlar için kolaylaşmış bir dünya ve kolalanmış alışkanlıklar. Alışkanlık hayatı yaşamaktayız. Ha yem borusu ha gün içinde özel resmi mesai saatlerimiz. Nelere moral bozduklarımız, nelere sevindiklerimizden daha garip değil. Her şeye gülümseyen çocuk hali… Çekirdek çitleyen papağanın mimiklerini seyre dalmış, can sıkıntısı çitleyen kötürüm ahvali... Bazen, bazen yaşama tayinimizde ilklerin hurmalarından küçük haz, küçük gönül oyunları o ka!.. Yarına göre iyi, iyiye göre geri, geriye göre dejenere… O yüzden içimizdeki esirler gönüllü ve bozuk ballara banılmamakta kararlılar. Çalınan yarınları kadar olgun ve ölüler(hatıralar) kadar diri tasavvurlar içinde, hayaller, idealler, saklı göller olmalar. Şimdi on yıllar öncesine kadar çok iyiyiz diyenlerle, on yıllar öncesinden daha iyi olabilirdik diyenler, bu gün iyi miyiz ki diye soranlar komşu tablo kümeslerinden biri birlerine yumurta atmakta.. Dünü bugünü yarını sorgulamak beynini efendi yapmak, kalemini hamal, amelini hamle yapmak zorun zoru... Çünkü, dünü karalarken ne kadar kötü kandırıldığımız yada bu gün aynı hataları tekrarlama ihtimalini hangi altın realitelerle elimine etmişliğimiz müphem. Sağlamcı devirler ilan edildikçe iç esirlerimizin arttığı, korkularımızın hücre mazlumu olduğu ahvalde yeni yarınları bekleyenlerden kiminin ömrü yetmeyecek ve kimileri hep sağ kalacak. Sağlamcılık, çoğunluk ya da alabalık tavırlı olmak değilse yada tavana dürtülen parmaklar değilse neden bütün siyasi devirler biri birine benzemekte. Dünden bu güne çok daha sağlamcı(çoğunluk) olduğumuz yıllardan bu günlere övünecek bir şey kalmadıysa, yeniden kurgulanmamız çok tabii, yeniden huzurun acı tarifi, geleceğin tatlı hikâyesi… Her enkaz dönemden yeni bir döneme geçiş, yeni ve tartışılmaz resmi ve anonim yasalar, yeni ahlak disiplinleri ve yeni kibir modelleri...
Dikkat ettiniz mi her dönem yeni bir devlet kuruyoruz.
Düne puflamayanın vay haline yılları?
Düşününüz, çünkü tek mutluluğumuz düşündüklerimiz yada düşündürdüklerimiz. Bu ülkede dünden bu güne biteviye enkaz devralmaktayız. Eski dönemlerden çıkarılan herhangi bir olumsuzluk yeni kalabalıkları mutlu etmeye yetiyor. Dün olduklarını unutmuş insanlar, yarın bugün olduklarını da unutacak elbet.
Trabzon’da Avni Aker’den Ortahisara yürürken sağda bir iç mezarlıktaki tabela beni adeta günlerce içime kapatırdı. ‘Dün Sizin Gibiydik, Yarın Bizim Gibi Olacaksınız’…
Düzene böyle tabelaları yazacak Vakıf eller kalmadı sanırım. Mutluluk şüphesiz her zaman haz verici mefhumlardan değil. Bugünü kurtarırken yalancı olmamak lazım, avcı kibrinde olmamak lazım, aptal av ritminde olmamak lazım…
Vesselam…