ford ercihan otomotiv
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden Türkiye Teknoloji Seçime Doğru
Vanlı annelerin evlat nöbeti 78’inci haftasında
Vanlı annelerin evlat nöbeti 78’inci haftasında
TBF Mali Genel Kurulunu tamamladı
TBF Mali Genel Kurulunu tamamladı
Büyükşehir 17. Araç Filosunu kurdu
Büyükşehir 17. Araç Filosunu kurdu
Trendyol 1. Lig'de 32. haftanın programı açıklandı
Trendyol 1. Lig'de 32. haftanın programı açıklandı
Pasinler ilçesinde 3,0 büyüklüğünde deprem
Pasinler ilçesinde 3,0 büyüklüğünde deprem

Ahmet Göksan

Güvenliğin Güveni
18 Şubat 2017 Cumartesi

 “1959’larda tecrübesini yaptık. Büyük fedakarlıklarla bir arada yaşamak isteyenleri yaşatmadılar. Elimizi uzattık, elimizi ittiler. Biz barış uğruna uğraştık, onlar yıkmak uğruna. Her türlü cinayete tevessül edenler onlar olmuştur. Türk tarafı, 100 yılın ancak bu son 10 yılını insan gibi yaşama imkanını buldu. 

 Bu kadar acı tecrübelerden sonra 2. bir tecrübeye nasıl girişilebilir? Öyle gösteriyor ki BM’de gözleri açık, derin uyku içinde uyuyup duruyor. İnsanoğlu bile ölüme gider ama esir ve köle olmaya asla!”

1983 Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

 İngiltere’nin AB’den çıkma kararının üzerinden aylar geçmesine karşın yeni Amerikan yönetiminin kararı onaylaması bir başka tartışmayı beraberinde getirdi. Bu tartışma alevlenirken İskoçya’dan da karşı atak geldi İskoç Parlamentosu sembolik de olsa yaptığı oylama ile birlikten çıkışa HAYIR dedi. İskoç Bakan Michael Russell, “İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda bölgeleri ile anlaşmadan İngiltere tarafından alınan kararın yanlış olduğunu” söylüyordu. Çiçeği burnundan düşmemiş olan Başbakan Bayan Theresa May, “bağımsız İskoçya AB üyesi olamaz” tepkisini meydan okur gibi söylüyordu. Bu arada birliğin yeni Amerikan Yönetimi ile sürtüşmesinin tamamen çıkar paylaşımına yönelik olduğunun kaydedilmesi gerekiyor.

 Avrupa’da yapılan tartışmaların AB ile sınırlı olmadığını belirtmek istiyoruz. Önümüzdeki aylarda Hollanda’da genel seçimler arkasından da Fransa’da başkanlık seçimi yapılacak. Hollanda’daki seçimlerde Greert Wilders’in Başkanı olduğu Özgürlük Partisi de AB’den çıkışı gündeminde tutuyor. Buna koşut Fransa’daki anketlere göre önde görülen Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen, hem AB’den hem de Nato’dan çıkmayı programına almış bulunuyor. 

Dünya böyle bir ortamda çalkanırken Mart ayı itibarı ile çözüm için son şans olacağı açıklanan görüşmeler başlayacakmış. Öncelikle devlet yönetiminde ve yaşamda hiçbir zaman son şans diye bir konunun olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bu yöndeki açıklamaları biraz olsun abartılı buluyoruz. Uyuşmazlığı “Ben çözerim. Benden başkası çözemez” yaklaşımının devlet yönetiminde yerinin olmadığını belirtmek durumundayız. Kaldı ki müzakere süreçlerinin bu güne değin kişilerle bağlantılı olmadığı gerçeği de biliniyor.

  

Yaşamsal önemde gördüğümüz yeni devletin yapısının ne şekilde oluşacağıdır. Sızdırılan bilgilere fazla itibar etmeyin diye söyleniyor olsa bile yapılan resmi açıklamalara da inanmamak gerekiyor. Sızdırılanlarla resmi açıklama arasında uçurumların olduğunu görüyoruz. Resmi açıklamalardan yola çıkıldığı takdirde kurulacak olan yapı 1959/1960 Antlaşmaları ile kurulan yapının yeniden şekillendirilmesi olacak gibi görünüyor. Bu yapılırken Kıbrıs Türklerinin o dönemde elde ettikleri kazanımlarının bir kısmının budandığı izlenimini alıyoruz. Veya öyle bir izlenim yaratılıyor.

Aynı şekilde Annan’ın belgesinde olduğu gibi kurulacağı belirtilen Senato’daki senatör sayıları önemli değildir. Önemli olan senatonun işlevidir. Kuzeyden ve Güneyden seçilecek Senatör sayısı kağıt üzerinde eşit görünüyor. Buna karşın uygulamada bunun

böyle olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Güneyden Kuzeye gelecek olan Rumların da en az 1 temsilcisinin senatör olacağı kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor. Adı geçen belgede bu konu tuzak olarak kuruluyordu. Bu yönde eğer varsa bir değişikliğin açıklanması gerekiyor. Aksi halde kağıt üzerinde verilen eşitliğin uygulamada hiçbir değerinin olmayacağını şimdiden belirtmek istiyoruz. 

Karşılıklı geçişlerin başlamasının üzerinden 15 yıla yakın bir süre geçtiği biliniyor. Bu süre zarfında halklar arasında bir güvenin oluştuğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. Güneye geçen Türklerin uğradıkları saldırıları kendini bilmez birkaç densizin yaptığı bir olay olarak sunmak bile güvenin oluşmadığının göstergesidir. Bu nedenle parlak sözlerin arkasına saklanarak konuşmak güvenin önündeki en büyük engel olarak karşımızda sırıtmaktadır. Sürekli olarak dillendirilen siyasi eşitlik mutlaka önemlidir. Buna karşın güvenlik ve garantilerin güvence altına alınmadığı bir çözümün ömrünün fazla uzun olmayacağı da bir başka gerçektir. Parlak söylevler vererek ve imza atarak güvenlik sağlanmış olsa idi Dünya’mız bu kadar çatışmanın içinde olur muydu? diye sormak istiyoruz. 

Bu nedenle güvenlik ve garantilerin sağlam bir kazığa bağlanması gerekiyor mu ne… 

BİLGİ NOTU…

 Kıbrıs Türkleri adayı İngilizlerin oldubitti ile eline geçirdiği 04 Haziran 1878 tarihinden bu yana var olabilme mücadelelerini sürdürüyorlar. İngiliz sömürge yöneticilerinin ayırımcı tutumları ile de dönem dönem hiç de hak etmedikleri durumlarla da karşılaştılar.

 Adayı ele geçiren İngilizler ilk olarak 1571 yılında Lala Mustafa Paşa’nın önderliğinde hazırlanan Kıbrıs Türk Vakıf senetlerini (1878 yılında) incelemeye aldılar. 1907 yılına dek incelemelerini sürdürdükten sonra İngiliz Valinin başkanlığında oluşturulan bir komite ile yönetimine el koydular. Aynı yıl adayı ziyaret eden İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Müsteşarı olan Winston Churchill adanın Türklere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu üstelik Türklerin adanın değerini takdir etmekten uzak olduklarını söylüyordu.

 Kıbrıs Fatihi olarak kabul edilen Lala Mustafa Paşanın emri ile hazırlattırılan Ahkamül Evkaf yani Vakıf Anayasası şu anda da uluslararası toplum tarafından da kabul edilmektedir. Vakıfların yönetimine el koyan İngilizler tahsis ettikleri araziler için yalnızca kullanım hakkını verirken esas olanın 1571 yılındaki Vakıf Anayasası olduğunu belirtiyorlardı. Aynı kural Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve 1974 yılından sonra kurulan KTFD ile KKTC anayasalarında aynı doğrultuda yer almaktadır.

 Günümüzde tartışma konusunun odağındaki Maraş bölgesinin %30 unun Lala Mustafa Paşa %70 ininde Abdullah Paşa Vakıflarına ait olduğu mahkeme kararları ile kesinleşmiştir. Konuya ilişkin olarak 2000 yılında Magosa Kaza Mahkemesinde açılan ilk dava Lala Mustafa Paşa Vakfına aitti. 28 Ocak 2002 tarihinde dava sonuçlanmıştı. 27 Aralık 2005 tarihinde sonuçlanan ikinci dava ise Abdullah Paşa Vakfına ilişkindir.

 Buna koşut olarak anılan bölge 1984 yılında BM Güvenlik Konseyi kararı ile bütünlüklü çözümün bir parçası olarak kabul edilmiştir. Adanın güneyindeki Larnaka’da ise Bekir Paşa Vakfına ait araziler bulunuyor. Ayrıca Hala Sultan Vakfına ait olan araziler vardır. Özet olarak adanın her yöresinde Türk Vakıflarına ait araziler bulunmaktadır. Padişahın yakınlarına ait olan Emlaki Humayun diye bilinen 21 değişik bölgede 322 bin dönüm arazinin olduğu biliniyor. Kişilere ait olan toprak da dikkate alındığında adanın %50 sinden fazlanın Kıbrıs Türklerine ait olduğu görülecektir.

 Kıbrıs uyuşmazlığına çözüm aranılan şu günlerde yalnızca siyasi ve idari konuların öne çıkarıldığını görüyoruz. Toprak konusu göz ardı edilerek yapılacak bir anlaşma iç çatışmaya da neden olacaktır. 1959 yılında kuruluş antlaşmaları imzalanan Kıbrıs Cumhuriyetin Bölgesel Federasyon yerine

İdari Federasyon seçeneğinin dikkate alınması sonrasında yaşananlar biliniyor.

 Şimdilerde 100 bin civarında bir Rum nüfusu KKTC sınırları içerisinde yerleştirilmesi düşünülürse yeniden başa dönülmüş olacaktır. BM öncülüğünde 1977 yılında Denktaş Makarios ve 1979 yılında Denktaş Kipriyanu arasında yapılan görüşmeler, Doruk anlaşması olarak kayıtlara geçirilmiştir.  Anlaşmalara göre şu anda var olan sınırlar korunurken iki bölgeli yapının sınırları da korunmuş oluyordu. Yürütülen görüşmelerde bu yapı dinamitlenerek yıkılmak istenmektedir.

 Diğer bir önemli husus ise seçilecek yöneticilerin çapraz oyla belirlenmesidir. Adada 800 bin civarındaki Rum seçmenin %20 oranındaki oyu Oluşturucu Devletçik diye tanımlanan bölge yöneticilerini seçecektir. 150 bin civarındaki Türk seçmen kendi aralarında doğal olarak bölüneceklerinden karşı tarafın desteğini alan kişi yönetici olacaktır. Seçilecek bu kişinin yalnızca ismi Türk olarak kayıtlara geçecektir. 

 Adanın güneyinde bulunan 2 adet İngiliz üssünün de garantiler kapsamında olduğunu belirtmek durumundayız. Her iki taraf da ki müzakerecilerin bu üslere karşı olmayacakları biliniyor. Rumlar için önemli olan adada Türk askeri varlığının ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi söylemiyle konu sulandırılmaktadır. Asker sayısı pazarlık konusu yapılarak bu güne değin barışa hiçbir katkısı olmayan BM ve AB gücünün adaya gönderilmesinin düşünülmesini sakat bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekiyor.

 Burada gözlerden kaçırılmaması gereken en önemli konu kurulacak olan iki bölgeli yapının egemenlik hakkını nasıl kullanacağıdır. Örneğin Türk Oluşturucu Devletçiğinin Türkiye’deki herhangi bir kurumla yapacağı etkinlik için “Üst yapıdan ülkenin aleyhine bir durum yoktur belgesinin alınması koşulu vardır”. Bu uygulamayla Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile olan bağlantıları da koparılmış olacaktır.

 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olan Türkiye’nin bu konuların da garantörü mü? olacağı sorusu ister istemez akla geliyor. 

 Türkiye’nin güvenliğini yalnızca ulusal sınırlar içinde sağlamak olanaklı değildir. Ulusal sınırlar dışında da direnç noktalarının var olması gerekiyor. Kıbrıs yalnızca bu noktalardan bir tanesidir. Yüce Atatürk’ün söylemi ile Kıbrıs’ın düşman elinde olması Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder konumdadır.

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
ERZURUM GAZETESİ
YAZARLAR
Ali Kemal Koçak
Ali Kemal Koçak
Kibirli Siyaset Aktörleri ve AK Parti'nin Değişim İhtiyacı
Ahmet Göksan
Ahmet Göksan
Ayağın Sürünmesi
İzzet Fehmi Aksakal
İzzet Fehmi Aksakal
"Devlet Adamı” olmanın somut örneği: Vali Mustafa Çiftçi
Mahmut Akdağ
Mahmut Akdağ
Cumhurbaşkanımıza Minnettarız
Ö. Faruk Kayaalp
Ö. Faruk Kayaalp
Alan Var Alamayan Var ve Ayıp Hassasiyeti
Kadir Sabuncuoğlu
Kadir Sabuncuoğlu
‘Muhalif’
ERZURUM
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
ANKET
Erzurum’da Belediyelerin Önceliği Ne Olmalı?

a.Kentsel Dönüşüm
b.Kent içi Ulaşım
c.Altyapı
d.Sosyal Belediyecilik
e.Kültür, Turizm ve Sanat
f.Sosyal Katılımcılık
g.Mahalle Kültürüne dönüş


Sonuçları göster Anket arşivi
FACEBOOK'TA ERZURUM GAZETESİ
TWITTER'DA ERZURUM GAZETESİ
Ana Sayfa Guncel Asayiş Siyaset Ekonomi Eğitim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Spor Araştırma İnceleme Bölgeden
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva