Devletin kendisinin varlığını hissettirmesi gereken yerlerde devletin hissedilmemesi, zafiyetinin göstergesidir.
Devlete güven esastır!
Devlete güvenmemek istemiyorum; bunu ifade bile etmek istemiyorum.
Medyayı takip ediyorum.
Haber: Peynir de yeni üretim. Neymiş; sütsüz peynir üretmişler. Peyniri kesimevlerinde kilosu elli kuruştan satılan artık yağı karıştırarak, sütsüz ve süt yağı olmayan bir maddeden üretiyorlarmış. Markette satılan birçok peynir bu şekilde üretiliyormuş. Ki biz süt tozunu kabullenemeyen, burun kıvıran bir millet; şimdi sütün tozuna razı olduk; o bile ele geçmiyor! Eti dünyada en pahalı yiyen ülke durumuna düştük. Doktorların, diyetisyen uzmanlarının “et yemelisin” tavsiyesi ekonominin altında kaldı maalesef.
Devlet ithal et getirmeye kalktı, maalesef gene olmadı, olmuyor. Hayvancılıkla geçinmekten övündüğümüz ülkemizde et ithali de çözüm getirmedi.
Yanlış politikalar ve kronik tembellik, becerisizlik, hazıra ve bedavaya alıştırılmamız sonucu et üretiminde de sınıfta kaldık.
Vatandaş, sütten sonra et de yiyemiyor!
Et yiyemeyen haliyle et ürünleri yiyerek bu açığı kapatabilir diye düşünürken; sucuk, salam, sosislerin et, tavuk atıklarından yapıldığını, ithal kanguru, domuz, bufalo, bizon etlerinden yapıldığı basında yer alıyor.
Basında gene sıklıkla rastladığımız at-eşek etleri ise; midemizi bulandırmaktadır.
Daha da kötüsü; devletin marketlerde kıyma satılmasını yasaklamasına rağmen, bütün marketlerde inadına kıyma, parça ete göre yüzde yirmi daha az fiyat farkıyla satılmaktadır. İçeriğini tahmin etmek bile zor!
Yorum 1: Peynir-et yemeyelim.
Yorum 2: Karaciğer ve beslenmenin tartışmasız gıdası peynir artık yok! Kansızlık tedavisi ve beslenmenin temel taşlarından olan et de artık yok!
Yorum 3: Peynirde süt kullanılmadığı için, sütçülük öldü, süt inekleri etleri için satıldı, kesildiler. Sütçülükten para kazananlar, sütçülük olmadığı için tarih oldu! Et ithal edildiği için et üreticileri de artık gözlerini sadece Kurban Bayramı’na diktiler. Kurban Bayramlarında da geniş cemaat toplulukları kurbanları dış ülkelerden alıp orada kesip, dağıtıyorlarmış; hangi bir derdimizden birine yanacağız ki?
Yorum 4: Artık bundan böyle devlet gıda denetlemesi işinde güvenirliğini kaybetti, süt yerine başka şeyleri, et yerine Bismil hayvanlar dışında bize hayvan etlerini yedirenleri takip edemiyor, kendi hallerine bıraktı. Devlet artık caydırıcılığını kullanamıyor, zar zor peynir – et alabilen vatandaşını kandıranlara hiçbir işlem yapamıyor!
Yorum 5: Devlet gıda konusunda haksız para kazananlara, insan sağlığını hiç sayanlara, sahtekârlara yenik düştü!
Daha bilmediğimiz kim bilir hangi gıda maddelerinde neler yiyoruz, neler yediriliyoruz?
Gıda boyaları yerlerine arsenikli boyaları mı yedirmediler, zeytinyağı yerine motor yağı mı, zeytin siyah görünsün diye siyah petrol artığıyla mı boyamadık, kayısı, mandalina sarı görünsün diye kükürt mü kullanmadık? Dış ülkelere ihracatını yaptığımız, hormonlu diye iç piyasaya geri gönderilen ve bu millete yedirilen gıdaların hesaplarını kim verecek?
Kaç kişi sahte olmayan bal, tereyağı, yediğini söyleyebilir? Arıya bile sahtekarlık öğrettik; şekeri yiyip bal yapıyor!
Ya GDO tartışması ne oldu? Sahi merak ediyorum; gündemimiz sık sık değiştiği için bir sürü konu içerisinde GDO’ suyla oynanmış gıdaları hatırlayan kimse kaldı mı? Hani mısır, ayçiçeği, soya vs. tartışmalarının sonuçları ne oldu? Bunlar yenecek mi, yenmeyecek mi tartışması sonucunda “yiyelim, zararsızdır” kararı mı çıktı ki; hala kullanıyoruz?
Dünyanın kullanmadığı, icat edemediği, bize satmak için ürettiği her türlü hormonu, hileyi, hurdayı, ilacı biz alıp hayatımıza sokmadık mı?
Devlet hepsine göz yumdu, ya da görmezden gelmeye devam ediyor!
Niçin kanser hortladı, bu kadar yayıldı diye dövünüyor, ağlıyoruz; ne bekliyorduk ki?
Sahi; dünyada gelişmiş, gelişen, doğru dürüst yönetilen ülkelerde durum nedir?
Bu kalpazanların, karaktersizlerin, hırsızların, yolsuzların, Allah korkusu olmayanların, vicdanı olmayanların hepsi bu ülkede nasıl toplandılar; nasıl?
Sahtekârlar, vatandaşa b.k yedirenler, başka bir şeyi gösterip başka bir şeyi yedirenlerin durumları ne merkezdedir; dersiniz?
Bu nasıl bir inançtır, bu neye inanmaktır, bu nasıl vicdan-namustur, bu nasıl bir hırstır, bu nasıl saflıktır ve bu nasıl yönetmektir?
Bu nasıl yönetilmektir; Allah aşkına bilenler, emsalini başka diyarlarda görenler Allah için söylesinler; öğrenelim!
Artık doğal, hormonsuz, organik laflarına bile inanmıyorum. Fiyatını fazlaya satabilmek için uydurma gibi geliyor bana!
Güven, itimat kalmamıştır.
İnanan, güvenen, güvenebilen, konuşacak yüzü olan kaldıysa sütun açıktır!
Devletin denetim mekanizmaları mevcut bu durumlardan anlaşıldığına göre, işe yaramamakta veya zamana ayak uyduracak yasaya, bilgiye, teknolojiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
Belediyelerin, Hıfzıssıhha’nın, Sağlık Bakanlığı’nın demek ki çok daha fazla yoğun işleri var da; gıda kontrolünde ağır-aksak, isteksiz-başarısız- önemsemeyen tavır içerisinde çalışmaktadır.
Hem koruyucu sağlık politikası olmayan bir ülke, hem vatandaşının sağlığının değeri olmayan bir ülke, hem hastalıkların devlete maliyetinin hesabını yapamayan bir ülkeyiz; farkında olan acaba yüzde on kişi var mıdır; dersiniz?
Ecnebiler vatandaşı korumaları konusunda ciddi yasalara ve caydırıcılık prensibini esas alan yürütmelere sahiptir. Dürüstlüklerini dinlerinden değil, yasalardaki sert ve uygulama politikalarından almaktadırlar.
Biz de sahtekârlık yapanlarda en ufak bir Allah korkusu olmadığı gibi vatandaşı koruyan yasa ve yürütme de -devlet de- mevcut değildir!