Cafer Hoca, sevdiğim bir dostum, akademisyen. Hobisi için müthiş güzel şeyler yapıyor, zaman ayırıyor, parasının tamamını yatırıyor, dostlarıyla paylaşıyor, her şeyi kendi eliyle yapıyor. Cafer Hoca; bir tekne yapıyor, tam yedi metre.
Hangi sorulara kızıyor; “Hocam bu tekne bu duvarların arasından nasıl çıkacak” ve “Hocam teknenin ahşap kısmı biraz ince değil mi?”.
Kızması bir şaka elbette, soruların cevapları var çünkü.
Bazı soruların ise cevapları yok.
**“Ya bu yaştan sonra çalışmayı ne yapacaksın, otur oturduğun yerde, rahatına bak, istirahat et”.
**”Bu kadar para kazanıp, ne yapacaksın?”.
Aslında bu soruları soranların, çalışmaya eleştiride bulunanların, eleştiri getirenlerin ya hobileri yok, ya da çalışma fobileri var.
Kara kutularında çalışma-iş yapma ayıp sayılıyor.
Başkasından borç almak veya kredi kartına borçlanmak ise hayatın bir zorluğu kabul ediliyor.
Haydaaa.
Ama ne fayda, bu sorular çalışmak, iş yapmak çabasında olan insanlara soruluyor.
Bir dostla konuşuyoruz; “Edinilmiş en kötü alışkanlık parayı kötü harcamak değildir, para kazanma isteğinin olmaması veya kazanamadan harcamaya çalışmaktır-alışmaktır” diyorum. Ve ilave ediyorum; “Kazanılmış en kötü alışkanlık, boş oturup hiçbir şey yapmamaktır”.
Boş oturmak.
Bir evde veya yazın; caminin bahçesinde, kışın; kahvehanede boş oturmak.
Boş oturmak demek; dedikodu yapmak demek, başkasının hayatına müdahale demek, hayırlı bir iş yapmamak demek. Oturduğun yerde günde beş- on lira harcamak demek. Emekli için büyük para; Türkiye şartlarında.
Bir işle uğraşmamak demek; bedenini dinlemek demek, psikosomatik hastalıklara kapılmak demek.
Ve insanlar bedenin işleyişine kafayı kaptırdılar mı; günleri doktor, tahlil, eczane üçgeninde geçmeye başlıyor ve sohbetleri de sadece kendi bedenleri ve hastalıkları oluyor.
Büyüklerimiz, “Boş duracağına, boş çalış” derlerdi.
Birçok insan tanıyorum; kahvelerde, başıboş köşelerde, boş konular konuşarak vakit geçireceğine, eskiden sözün gelişine kullandığımız işi yapıyor; simit, poğaça, limon satıyor. Patates, yumurta dürüm satıyor.
Para kazanıyor, sağlıklı kalıyor veya bozulmuşsa sağlığı, bozulduğu yerde sağlığını daha rahat koruyor. Çalışmak; hayata tutunmak için, yeni hobilere, yatırımlara, hayallere yelkenle geziye çıkmak demektir.
Erzurum’da rastlamayan var mıdır bilmiyorum ama yaşı doksan olan bir Dede, elinde sepetiyle gündüz-akşamları fındık satıyor. Çok takdir ediyorum ve çok örnek alıyorum.
Benim örnek almam yetmez, her boş oturup kazancının yetmediğini söyleyen insanımız yılda ortalama altı yedi bin lira para kazanabilirler ki; birçok ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilirler.
Bir doktor arkadaşım benim bir hobimi bırakmam üzerine; hobileri terk etmeyeceksin demişti. Bu sözün değerini birkaç yıl içinde yaşayarak, anladım.
Anladım ki; işin olmadan hobi, hobin olmadan iş yapmak da doğru değil.
“Bir hayvan besleyin, çiçek yetiştirin, spor yapın, güzel giyinmeye çalışın, değişik meşgaleler bulun” diye hani psikoloji ilmi yapanlar tavsiyede bulunuyorlar ya; işte insanı hayata bağlayan, depresyon eşiğini yükselten işler bunlar.
Yaptığınız işte başarısız da olabilirsiniz, doğaldır.
Gerçi; başarısız olmak da özel bir çaba ve kabiliyet istermiş; gelişimcilere göre.
Gelişimcilere göre de; kendime engel olmayacağım.
İş yapacağım. Hedef hobilerim için para kazanmam lazım.
Olumsuz düşüncelere prim vermeyeceğim, negatiflik sesleri çıkaranları, olumsuz elektrik yayanları dinlemeyeceğim.
Ve üç kuralımı unutmayacağım:
*Kızma
*Erteleme
*Asla; vazgeçme.