Siz diyorsunuz ki :
- İslam Dini ve Kur’ân-ı Kerim, evrensel bir din ve kitap değil, sadece Araplara gelmiş bir din ve kitaptır.
- Halbuki, gerek Kur’ân-ı Kerim gerekse İslam Dini evrenseldir ve Hz. Muhammed (S.A.V.) de son peygamberdir. Allahü Teâlâ Hazretleri, Ahzab Suresi’nin 40 ayetinde, bunu açıkça beyan etmiştir. Bu beyan, 1400 yıldır, din düşmanlarının, her türlü uğraşmalarına rağmen değişmemiştir ve kıyamete kadar da değişmeyecektir. Eğer varsa bir değişiklik buyurun ispat edin, biz de görelim.
Diyorsunuz ki :
- Kur’ân-ı Kerim’de adı geçen deve ve hurma gibi canlı varlıklar, ancak Arabistan yarımadasında yetiştiği için, bu çöl bitkileri ve bu çöl hayvanları da sadece onlara hitap etmektedir. Bu durumda, çöl bitki ve hayvanlarını içerisine alan Kur’ân nasıl evrensel olur ?
- Kur’ân-ı Kerim, Arap lisanı ile inmiş bir kitaptır. Eğer Kur’ân-ı Kerim,Araplara, Arap dili dışında bir kitapla,mesela Fransızca ve Almanca ile inseydi ne anlarlardı ? Kaldı ki Arap oldukları halde Kur’ân’ı anlamayanlar ve ona inanmayanlar da vardı. Buradaki anlamaktan maksat, Kur’ân’ın ilahi bir kelam olduğunu anlamaktır, yoksa ahkamını anlamak değildir.
Mesela bir öğretmen, herhalde öğrencilerine bildikleri, gördükleri şeylerden örnekler verir.Yani herkesin bildiği örnekleri verir. Bilinmeyen örneklerin verilmesi, kör bir insana, filin tarifini yapması gibi bir şey olur ki sizin bu mantığınız son derece yanlıştır.
Kaldı ki Kur’ân-ı Kerim sadece deve ve hurmadan da bahsetmez. Kur’ân-ı Muciz-ül Beyân : Zeytin, üzüm, incir, nar, muz,kiraz gibi meyvelerden; soğan, sarımsak, hıyar, mercimek gibi sebzelerden; buğday ve arpa gibi ekinlerden ; bahçelerden, çayırlıklardan, sedir ağaçlarından vb. bahsetmektedir.
En’âm-4, Nahl-11, Tin-1,Abese-25, Vakıa 27-44, bu ayetlerden sadece bir kaçıdır.
Ayrıca Kur’ân-ı Kerim : At, katır, eşek, inek,keçi,koyun,arı, kurt,köpek, domuz, zebra,maymun, aslan, balık, ebabil kuşu, yılan, örümcek, çekirge, kurbağa, haşarat, cin, insan ve diğer kuşlardan vb. birçok hayvandan da bahsetmektedir. Fil Suresi, sığır demek olan Bakara Suresi, arı olan Nahl Suresi, kurbanlık hayvan olan Enâm Suresi ve diğer hayvanların isimleri ile olan sureler vardır.
Kalem-42, Furkan-44, Kehf-18, Araf-166, Ankebut-41, Yusuf-17, bu ayetlerden bir kısmıdır.
Burada isimlerini verdiğimiz ve veremediğimiz daha birçok hayvan, meyve ve nebatat da kaldı ki sadece Arap yarımadasında değil, beş kıtanın hemen hemen her ülkesinde yetişmektedir. Bunların arasında sadece deveyi ve hurmayı görmeniz, sizin tamamen art niyetli, ön yargılı ve taraflı olduğunuzu göstermektedir. Bu konuda da yine kaybettiniz.
Kaldı ki Kur’ân-ı Kerim ; evrenin tek bir noktadan sıfır hacim ve sonsuz kütleden bir patlama sonucu meydana geldiğini haber vermiş, böylece statik evren modelini savunanların, “maddenin sonsuzluğu” kavramı suya düşmüş ve yoktan var edilmeyi savunan “Big Bang” teorosi bir kez daha ispatlanmış, ayrıca göğün sürekli genişlemesini, iki denizin suyunun birbirine karışmadığını, dağların sürüklenmesini,dünyanın döndüğünü, insanın anne karnındaki o karanlık odadaki yaratılış safhalarını, aşılayıcı rüzgârları, döndükçe kutuplardan basıklaşmayı, matematik profesörü arıyı, zamanın göreceliğini, yağmurdaki ölçüyü, denizlerdeki karanlık ve iç dalgalar, parmak izlerindeki kimlik, evrendeki eşsiz denge, hava basıncı, yer çekimi kanunu, gök cisimlerinin yörüngeleri vb. bilgileri, taa 7. yüzyılın başlarında birçok ayetlerde vermiş ve bu mucizevi bilgilerin hepsi de bugünkü modern bilim tarafından ispat edilmiştir. Yani Kur’ân-ı Kerim evrensel, ebedi, mucizevi, İlahi bir kitaptır.
- Diğer peygamberlere gelen kitaplar,daha sonra tahrif olup bozulmuşlar, Allah bunlara müsaade etmiş, ama Kur’ân’ın değiştirilmesini neden engellemiş, korumuş diyorsunuz ?
- Allah (C.C.) Hazretlerinin,Kur’ân-ı Kerim için böyle bir taahhüdü vardır. (Doğrusu Kitab’ı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz. Hicr-9). Burada görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim’in, Allah’ın özel koruması ve şemsiyesi altındadır. Peygamberimiz son peygamber olduğu için, elbette O’nun getireceği kitap da son kitap ve bütün zaman ve mekanları içerisine alacak şekilde olmalıydı. Eğer böyle bir koruma mührü olmasaydı,belki insanlar bu kitabı da değiştireceklerdi ve Kur’ân-ı Kerim de son kitap olma özelliğine sahip olmayacaktı.
Bu bir kaidedir ki her şey bulunduğu ortamda en iyisidir. Fakat genel olarak bütün eşya içerisinde, en iyi ve en güzel olan bir şey vardır.
İşte bunun içindir ki gönderilen semavi kitaplar kendi zamanlarında gönderilmesi gereken en mükemmel kitaplardır.
Mesela bir ilkokul öğrencisine,çarpım tablosunun öğretilmesi, eksiklik ve fazlalık değildir. Ama üniversite seviyesindeki bir öğrenciye artık çarpım tablosu değil, onun seviyesine göre, nasıl dersler verilirse bu örnek gibi, Kur’ân’dan önce gelen kitaplar da kendi zamanlarının en iyisi olmuşlar ve zamanlarında verilmesi gerekenin en iyisini vermişlerdir.
İnsanlık bir eğitim kurumu gibi olduğu için,her peygamber ve ona verilen her vahiy kendi döneminin en güzel ve en mükemmeli olmuştur. İnsanlar her peygamberden ders alarak bir üniversite öğrencisi gibi, artık belli bir seviyeye gelmişler,her peygamber,insanlığın seviyesine göre onlara ders verip onları yetiştirmişler ve insanlık bir kitaptan ve bir peygamberden ders alma seviyesine geldiğinde de son kitap Kur’ân-ı Kerim gönderilmiştir. Çünkü bu zamanda insanlık, Kur’ân-ı Kerim’in dersini alacak bir kabiliyet kazanmıştır.
Çünkü, bu zamanda dünya, eski peygamberlerin devirleri gibi değildir. İnsanlar birbirlerini tanıyıp bilmektedirler, gelişmiş ticaret sayesinde kıtalar arası iletişim o günün şartlarına göre gelişmiştir. Mesela Peygamberimiz (S.A.V.), o gün mektuplar yazarak Habeş, Sasani ve Bizans imparatorlarını, son din olan İslâm’a girmeye davet etmişlerdir.
- Namaz ve oruç olayından bakarsak İslâmiyet tüm ibadet zamanlarını ay ve güneşin hareketlerine göre belirleyerek sadece Arap yarımadasına hitap etmektedir, Kutuplarda namaz ve oruç nasıl olmaktadır, bu da İslam Dini’nin evrensel olmadığını gösterir, demektesiniz ?
- Kur’ân-ı Kerim, sadece Arap yarımadasındaki insanlara değil, tüm insanlara hitap etmektedir. Kur’ân’a iman edenler ve inkar edenler sadece Arap yarımadasında mı vardır ? Ay ve güneş, sadece Arap yarımadasında mı doğup batmaktadır ? Dünyanın beş kıtasında, Kutuplarda ve Antartika’da da doğup batmaktadır. Kur’ân-ı Kerim ;Ey insanlar,Ey iman edenler,Ey akıl sahipleri, Ey ehl-i kitap, Ey kâfirler !.. diye birçok ayette, tüm insanlara hitap etmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de her şey açıkça yazılmamış, yüce Rabbimiz, bu kitabın açıklanmasını da Peygamberimize havale etmiştir. (Kur’ân’ı, insanlara açıklayasın diye sana indirdik .Nahl-44) buyurarak dinimizde, Kur’ân’ın yanında,delil olarak Hadis-i Şerifler, İcm’a, Kıyas-ı Fukaha da vardır. Oruç,namaz ve diğer ibadetler bu delillerle anlaşılmaktadır.
Çeşitli ayetlerde beş vakit namazın vakitleri bidirildiği halde “ Beş vakit namaz “ tabiri geçmemektedir. Bunun hikmeti de kutuplara yakın yerler
de ve kutuplarda, beş vakit namazın vakitlerinin hepsinin girmemesidir. Hatta aynı ülkede, birkaç saat fark olabilmektedir. Aynı şehirde, yazın geceler uzun, kışın gündüzler kısa olmaktadır.Yani, gündüzler biraz uzun diye, oruç tutulmaz diye bir kural da yoktur.
Kameri aylar, her yıl, on gün önce geldiği için, yılın her mevsimine rastlamaktadır. Hatta otuz altı yılda bir, aynı güne gelir.Bu yüzden Ramazan Ayı, kısa günlere geldiği gibi, uzun günlere de gelmektedir. Burada da tam bir adalet vardır. Yüce Rabbimiz, bunu bu şekilde, çok güzel ayarlamıştır.
Gündüzleri 24 saatten fazla olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur.
Bunun gibi, kutuplarda beş vakit namaz vakitleri girmediği için, beş vakit namaz kılma mecburiyeti de olmaz.
Nasıl ki zengin ve sağlıklı olan, İslam’ın beş şatını yerine getirmekle, sıhhatli olan fakire İslam’ın üç şartını, hasta olan dört, yolcu olan dört şartını yerine getirmekle mükelleftir. Fakire sen zekat verip Hacca gideceksin denilmediği gibi,kutuplardakine de beş vakit namazı kılmak mecburiyetindesin denilemez.
Diyorsunuz ki :
- İslam Dini, kolaylık dinidir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, Hacca gitmenin neresi kolay. İnsan aç kalıyor, bünye yoruluyor, maddi olarak parası gidiyor vb.
- Allah kullarına yapacakları şeyleri emretmiştir. Yapamayacaklarını emretmemiştir. Bunlar sizin nefislerinize ağır gelmektedir. Halbuki sabahleyin namaza kalkana, oruç tutana, Hacca gidene, malının da hepsini değil, kırkta birini verene bu ibadetleri yapmak hiç de zor gelmez, hatta severek isteyerek zevkten dört köşe olarak bu ibadetleri yapar.
Kalbi kararanlara, ruhu hasta olanlara, kâfirlere ise bu ibadetler zor gelir. Bu ibadetleri yapmayanlar bir de bu ibadetleri yapanlara baksalar ya ? Günde beş kere, belli azaları yıkanmanın, yılda bir kere vücudu revizyona almanın, içki içmemenin, insanları gözetmenin, insanlara zulmetmemenin, kendi annesi ve bacısını düşünerek başkası ile zina etmemenin, neresi, hâşâ kötü olabilir ki? Bütün bunlarda insanların sonsuz faydası vardır. Peki bir insan kendi faydasına olan bu güzel şeyleri nasıl inkâr eder ki ? Bu akıl kârı mıdır ?
- Haa !.. diyorsunuz ki bütün bunların yapılmasını isteyen ve emreden Tanrı simgesel bir anlatımdır, Tanrı (hâşâ) yoktur,varsa gösterir misiniz?
- Şunu iyi bilmeniz gerekir ki bir harf katipsiz, bir resim ressamsız, bir bina ustasız olmayacağı gibi, şu muazzam kâinat hiç, bir Yaratansız olur mu?
Bunu size bir örnekle şöyle açıklayabiliriz : Yani bir eser var ise mutlaka onun bir müessiri vardır. Şöyle ki eseri meydana getirenin esere delil olması gibi. Eğer bir yerde ateş varsa bu, orada dumanın var olduğunu gösterir. Ateşin varlığı dumana delil teşkil eder.
Veyahut da eserden müessire gidilir. Yani eserin, eseri meydana getirenin varlığına delildir. Eğer bir yerde duman var ise orada ateş vardır. Yani Selimiye Camii, ustası görünmese de onu yapan bir ustaya delildir. Veya ustanın varlığı Selimiye Camii’nin varlığına delildir.
Görülüyor ki eser ve müessir, çok kuvvetli bağlarla birbirine bağlı bir bütünün parçalarıdır.
Mesela bir eczane düşünelim ki içerisinde 108 tane kavanoz ve bu kavanozların her birinin içerisinde de farklı maddeler bulunuyor. Bu eczanede çeşitli ilaçlar var. Bu ilaçları incelediğimizde anlıyoruz ki hepsi çok hassas ölçülerle yapılmış ve 108 maddeden de mg’lık ölçülerle alınarak çeşitli işlemlere tabi tutularak bu ilaçlar oluşturulmuştur. Hatta o kadar hassas ölçüler ki bir ilaçta eğer bir mg eksik veya fazla olsa formül bozulur ve ilaç olma özelliği ortadan kalkar.
Hiç ihtimal varmıdır ki bir fırtına çıksın, pencereler açılsın, rüzgârın etkisiyle kavanozlar devrilsin, o ince hesap ve ölçülerle gerekli kadar olan miktarlarda aksın, bunlar beraber toplanıp gitsinler ve bırakın tüm ilaçları, yalnızca bir ilacı meydana getirsinler ?
İşte bu örnekteki gibi, her hayat sahibi canlı, bir ilaç gibidir. Bu eczahanedeki ilaçlar gibi, hassas ölçülerle meydana gelmişlerdir.
Diyelim ki bu eczahanede maddeler, laboratuar ve formül de bulunsun. Bu ilaçları yapmak için, ilmi, iradesi,aklı ve bilinci olmayan bir eczacı olmazsa bu ilaçların yapılması hiç mümkün müdür ? Hayır mümkün değildir.
Bu eczaneye giren bir akıl sahibi, bu ilaçları bu hassas ölçülerde bir kör tesadüf yapmıştır diyebilir mi? Hayır diyemez, eğer dese ona deli, zırzop,
zincirlikli derler.
O zaman sana deriz ki çok basit bir ilacın meydana gelmesi için bu kadar şartlar mevcut olurken çok daha karışık şu canlıları ve şu kusursuz ve muhteşem kâinatı sağır,kör, şuursuz, amaçsız, ilimsiz, rastgele akan bu maddelerin ve sebeplerin eline vermek akılsızlık ve delilik değil midir ? Aklı ve iradesi olan ve kâinatta en mükemmel olan bir insan, bunu nasıl söyler ? Eğer söyleyecek olsa şu ahırdaki öküzden ne farkı olur ?
Canlıları ve hayatı, cansız sebeplerin oluşturduğu nasıl iddia edilir? Peki maddi sebeplerin ellerinin hiçbir zaman yetişemeyeceği ve canlıların içerisine konulan ; gurur, kibir, üzüntü, sevinç, vicdan,şefkat, irade, düşünce nasıl oluştu ? Halbuki sanat bakımından, bu iç duygular, dıştan çok daha harikadır. Hiç akılsız ve şuursuz hava,toprak ve güneş, bizim şefkat, irade ve üzüntümüzü nasıl bilsinler, nasıl bunları oluştursunlar,
lnasıl bunlarla ilgilensinler ?
İşte siz ateistler, Yaratana ibadet etmemek ve kulluk mükellefiyetinden kurtulmak için, helal ve haram demeden, ipe sapa gelmez boş hevesleri
nizden, kuralsız, kanunsuz ve kayıtsız yaşamak için, sözde kurtuluşu Allah(C.C.)’ı inkâr etmekte bulmuşsunuz. Aslında bunu yaparak sineğin ısırmasından kaçıp zehirli yılanın ağzına girmişsiniz.
Ey ateist !.. bu gerçekler karşısında gel de inadı bırak. Senin bu inadın sana büyük zarar verecektir.Bakıyorum da o güçsüz ve naif vücudun,cehennemin o can yakıcı ve bağırtıcı azabına dayanamayacaktır. Gel bu boş inadından vaz geç. Gerçeği kabul et . Rahat et. Hem bu dünyada rahat yaşa hem de ahiretini kurtar. Gece yatarken vicdanına danış. O, sana, mutlaka bu gerçeği fısıldayacaktır. Artık o içini kemiren boşluk duygusunu yok et. Haydi gel, gel,gel !.. Allah’a iman et. İnsan olan sana bu yakışır. Seni bekliyoruz. Hoşça kal…