Kur’ân-ı Kerim’de geçen kıssalarda, Allah (C.C.) Hazretleri, hemen her kavime bir peygamber göndermiş ve onların vasıtasıyla insanları doğru yola çağırmıştır.
Bu kavimlerden bir kısmı, gönderilen elçileri ve getirdiklerini kabul edip inandılar, hidayete erip doğru yola girdiler.
Kendilerine gönderilen elçilerin uyarılarını dikkate almayanlar da ona hakaretlerde ve olmadık ithamlarda bulunmuşlar, putlara tapınmışlar, daha da ileri giderek kibirlenip böbürlenmişler, kendilerini üstün görmüşler, kendilerinin dışındakileri ayıplı ve kusurlu saymışlar ve Allah’ın gazabına uğrayarak helâk olup gitmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim, bu kıssaları anlatarak insanlara mesaj vermekte ve bunlardan ibret alıp Allah’ın emrettiği gibi yaşamayı nasihat etmektedir. Bu kavimlerin helâk oluşları bütün insanlığa derstir ve birçok hikmetlerle doludur.
İşte ibret ve ders alınması gereken bu kavimlerden birisi de Ad kavmi’dir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Ad kavminden bahseden çeşitli sureler vardır. Bu surelerdeki ayetlerde, Ad kavmi de diğer inanmayan kavimler gibi, kendilerine peygamber olarak gönderilen Hz. Hud (A.S.)’a inanmadılar ve O’nu yalanladılar. Hud (A.S.) kavmini uyardığında da O’nun sözlerini ”geçmiştekilerin geleneksel tutumu” olarak yorumlayıp O’nunla alay ettiler, azap görmeyeceklerini söylediler.
Arap yarımadasının güneyindeki Yemen bölgesine, Nuh tufanından sonra ilk yerleşen kavimlerden birisi de bu Ad kavmidir. Nuh tufanından sonra putperestliğe dönen ilk kavim de bu kavim olmuştur.
Ad kavmi, Nuh tufanının o büyük dehşetini ve oluşan hikmetini hiç düşünmeyip Tufan’ın o korkunç ve yıkıcı etkisini çok çabuk unutarak dünyaya daldılar. Dünya nimetlerinin o aldatıcı etkisine kapılarak Allah’tan gafil oldular, fitne, fesat ve günahlara girerek dinlerinden uzaklaştılar.
Kur’ân-ı Kerim’de, bugünkü Yemen bölgesinde, verimli topraklar üzerinde, bağlık ve bahçelik, muhteşem bir yerleşim biriminden bahsedilmektedir.
Buraya yerleşen Ad kavmi, zamanla burada birçok şaire, yazara ve şiirlere ilham kaynağı olmuş, meşhur “İrem Bağları”nı veya “ İrem Şehri ”ni vücuda getirdiler.
Hemşehrimiz Nef’i bu konuda, meşhur Bahar Kasidesi’nde, İrem’e telmih yaparak:
“Erdi yine ürdi-behişt oldu heva anber-sirişt,
Âlem behişt-ender- behişt her gûşe bir Bağ-ı İrem”
( Yine nisan ayı geldi,hava amber gibi güzel kokmaya başladı. Dünya cennet içinde cennete döndü, her köşe İrem Bağı’na benzedi) diyor.
Rahmetli Abdurrahim Karakoç da :
”İrem Bağı’nda bir gül dalı olsaydım / Bülbülü davet edip ruhuma kondursaydım”,
“Arasam sevdiğimi dünyanın her yerinde/ Taşısam İrem’i dünya üzerine”.
Sümbülzade Vehbi de :
“Görmedik öyle meleği sureti bu dünyada/ Belki Rıdvan kaçırıp gûy-ı İrem’den gelmiş” diyor.
İrem şehri, yeşil alanlarla ve pınarlarla kaplıydı, sürü sürü davarları, sukanalları, barajları, köşkleri ve yer altında su depoları vardı. Bu topraklar çok verimliydi. Burası ormanlarla kaplıydı. Ormanlar burasının iklimini yaşanır bir hale getiriyordu, bu kavim de burada çok yüksek ve verimli tarım yaparak çok rahat yaşıyordu. Burada büyük bir medeniyet kurmuşlardı. Bu şehir tarihte meşhur “ İrem “ adıyla bilinmekteydi.
Burada yaşayan Ad kavminin insanları, uzun boylu, güçlü, kuvvetli ve uzun ömürlü idiler. Bu kavim, kayaları oyarak kendilerine evler ve çok gösterişli binalar yaparlardı. Bunların içerisinde bağlar, bahçeler ve bu bahçelerin içerisinde de havuzlar bulunurdu. Her taraf, insanların gözlerini kamaştıracak güzelliklerle doluydu. Burasını sanki yalancı bir cennet haline getirdiler. Refah seviyeleri çok üst düzeydeydi. Dünyanın ilk gökdelenleri burada inşa edilmişti.
Allah (C.C.) Hazretleri, Şuara Suresi’nde bu Ad kavminden “Yüksek yerlere anıtlar inşa etmekte ve ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte
olan bir kavimdir” diye bahsetmektedir.
Bütün bu refah içerisinde yaşamalarında, Allah’a borçlu olduklarını unuttular.
Kibirlendiler, böbürlendiler, bozgunculuk yaptılar. Başlarına bir şey gelmeyeceğinden çok emindiler. Samur, Samed, Heba ve Sadâ adlı putları yaparak onlara tapınmaya başladılar. İstikametten ayrıldılar.
Zorbaca davrandılar. Zavallıları, kimsesizleri ve gücü olmayanları ezmeye başladılar. O kadar zalim ve gaddar oldular ki yaptıkları o yüksek sütunlu binaların üzerine zayıf, zavallı kimseleri çıkarıp oradan aşağıya atarlar, sonra da onların parçalanmış cesetlerine bakıp büyük bir zevk ve keyif alırlardı.
Kalpleri taş gibi katılaşmıştı. Verilen nimetlere şükredeceklerine, yaptıkları zulüm arşa dayanmıştı. Güçsüz, kuvvetsiz kabilelere baskınlar yapıp onların mallarına el koydular. Lüks, israf ve gösterişte çok aşırı gittiler. İnsanlık adına yapılması yasak olan her şeyi yaptılar.
Allah (C.C.) Hazretleri bu kavme peygamber olarak Hud (A.S.)’u gönderdi. Onlar, Hz. Hud’un öğütlerini ve nasihatlerini dinlemediler, azgınlıklarına devam ettiler.
Hud (A.S.) onlara ” ‘Sakınmaz mısınız’ demişti. Gerçek şu ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah’tan korkun sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca âlemlerin Rabbine aittir. Siz her yüksekçe yere bir anıt inşa edip oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz ? Tutup yakaladığınız zaman zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz ? Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden sakının. Davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu ben sizin için, büyük bir günün azabından korkuyorum. Dediler ki ‘ Bizim için fark etmez; öğüt versen de öğüt verenlerden olmasan da. Bu geçmiştekilerin geleneksel tutumundan başkası değildir. Ve biz azap görecek de değiliz.’ ‘Böylelikle O’nu yalanladılar. Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değillerdir. Şüphesiz senin Rabbin güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara, 123-140)”.
İşte görüldüğü gibi, sözde güçlü, kuvvetli olduklarını iddia eden, kendilerine azabın gelmesini alaya alan, kendilerine Hud (A.S.) tarafından bir zararın olamayacağını ileri süren, kendilerine aşırı güvenen, gücün kendilerinde olduğuna inanan, gücün yaratanda oduğuna inanmayan, bu fesatçı Ad kavmi için, Allah (C.C.) Hazretleri, bizlerin ve ahirete kadar tüm insanlığın bundan ders almalarını isteyerek “ Ad kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve ‘ Bizden daha kuvvetli kim var? ‘ dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi inkâr ediyorlardı. (Fussilet -15)” buyurmaktadır.
Ad kavmi gururlandılar, kibirlendiler, Allah’a isyan edip putlara tapınmağa başladılar, bu tavırlarından vazgeçmediler. Bunun neticesinde ilahi gazap geldi. Kuraklık ve şiddetli kum fırtınası onların sonlarını hazırladı. Bu konuda, Kur’ân-ı Kerim’de “ Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik. (Zâriyât -41)” buyurulmaktadır.
Bugün teknoloji kullanılarak bu şehrin Kur’ân’da belirtilen Ad kavminin şehri olduğunu ispat eden deliller mevcuttur. Arkeolog Nicholos Clapp, Nasa ile ortak çalışarak bu şehri buldu. Nasa’dan, bölgenin uydudan çekilmiş resimlerini aldı. Eski yolların izlerini takip ederek İrem şehrinin kalıntılarına ulaştı .
Yapılan çalışmalarda, bu şehrin diğerlerinden farklı olarak her tarafında yüksek sütunların bulunduğu, Ad kavmi ve İrem sütunları olduğu anlaşıldı. Kazılarda ortaya çıkarılan yapılarda, Kur’ân-ı Kerim’de var olduğuna dikkat çekilen uzun sütunlar yer almaktaydı.
Zira Kur’ân-ı Kerim, bu İrem şehri hakkında “ Rabbinin Ad (kavmin) e ne yaptığını görmedin mi ? ‘ Yüksek sütunlar ‘ sahibi İrem’e ? Ki şehirler içerisinde onun bir benzeri yaratılmış değildi. (Fecr, 6-8) “ buyurarak kazılarda bulunan bu şehrin, İrem şehri olduğu, ispatlanarak kabul edilmiştir. Ayrıca bu kazı ekibinde bulunan araştırmacı, Dr. Zarins de bu şehri diğer arkeolojik bulgulardan ayıran şeyin, yüksek sütunlar olduğunu, bunun da Kur’ân’da adı geçen Ad kavminin İrem şehri olduğunu söyleyerek bu gerçeği dile getirmiştir.
Kur’ân-ı Muciz-ül Beyan’ın, bindörtyüz yıl önce haber verdiği Ad kavminin, teknolojik imkanlar kullanılarak bulunması, Kur’ân’ın bir mucizesi olarak ortaya çıkmıştır. Tarihi, dini ve arkeolojik kaynaklarda varlığı kesin olan “İrem Bağları” nın, Kur’ân’da geçmişle ilgili olarak verilen bilgilerin, tarih, din ve arkeoloji ile paralellik arz ederek böylesine bir mutabakat içerisinde bulunması, Kur’ân-ı Kerim’in, Allah kelamı olduğunun apayrı bir delili ve ispatıdır.
Bugün Güney Yemen’e seyahat edenlerin karşılaşacakları şey, ıssız, uçsuz- bucaksız çok geniş çöl alanları olacaktır. Bu çöller, belki de binlerce yıldır burada durmaktadır. Kazılarda bulunan sütunların bulunduğu bu yerleşim birimini, bugün çok yüksek kum yığınları örtmüş, sanki hiç var olmamışlar gibi onları silip süpürmüştür.
İşte, Kur’ân’da anlatılan bu olay bizlere, bir zamanlar ; bağlık, bahçelik, yeşillik, suluk, rengarenk çiçekli bahçelerin bulunduğu, yüksek sütunlu İrem şehrinin ve orada yaşayanların, isyanları sonrasında nasıl helak edildiklerini ve kuma gömülerek ıssız çöle dönüştüğünü anlatarak bizlere çok önemli bir ibretlik ders vermektedir.
İşte güçlü, kuvvetli olduklarını söyleyenlerin, kibirlenip gururlanıp gösteriş ve israf içerisinde, başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olanların, İlâhî nizama karşı gelenlerin, haksız yere büyüklük taslayanların, dünyaya dalıp ahireti inkâr edenlerin, adaletten, doğruluktan ayrılarak zulüm yapanların her ne kadar çok muhkem kaleleri, sarayları, köşkleri ve binaları olsa da sonları hep böyle ebter olmuştur. Geride kalanlara ders almaları için bir ibretlik bırakmışlardır.
Kur’ân-ı Kerim’de gerek Ad kavminin gerekse azgınlaşan diğer kavimlerin helâk oluşları, o gün, bu gün ve gelecekteki tüm insanlığa derstir ve çok büyük hikmetlerle doludur. Yeter ki bu dersi öğrenelim ve Rabbimize karşı kulluk vazifelerimizi kusursuz yapalım.